Adına sevmek diyemem, adadıysam hayatımı sana, sonuna kadar.
Kavgalarımızda yükselen o sesini bile arar oldu kulaklarım.
Haykırarak yüzüme kapattığın o telefonda kulaklarıma bıraktığın iz,
hala oynuyor kalbimin perdesinde.
Lanet ettiğim yanlışlarımı öldürsem gözlerinin önünde, affeder miydin? beni dediğim sahnede, derin bir sessizlik çöküyor bütün salona…
Zaman, hataların üzerinden onları yaşatanlara acımadan hızla geçse de,
keşkelerimin acısı asla geçmeyecekti.
Kadından da öte görmesen yaratını, peşinden sürgün eder miydim ?
susuzluktan kuruyan nefesimi, tüm bunlara rağmen.
Yalnızlığın kulağımı parçalayan çığlığında bile, hala yüzünün fotoğrafını
taşıdığımı biliyor muydun ?
Sırtındaki ağırlığın üzerine birde kendiminkini koydum, kaçacak köşelerin varmış gibi.
Hüzün geçirmez gibi görünen kalın derini, her şeyi gizleyecek kadar güçlü zannettim.
Yaklaştıkça gerçekliğine adım adım, belki göz yaşlarına şahit olmamdı benden uzaklaşmana sebep.
Ne gidebiliyordun sahip olduklarını bir anda terk edip uzaklara,
ne de kalmayı beceriyordun adam akıllı, adam olmayanların oyunlarına tahamül edip.
Her iki ihtimalde de kabusların dişleriyle kanıyordu hayallerin.
Oysa gözlerini sımsıkı kapatıp, arkana bile bakmadan koşmak istiyordun.
Ya da dudak uçuklatan zevkin iliklere karıştığı ilk anı yaşayan,
Adem’in kolundaki Havva olmak istiyordun…
Dokunduğum hiçbirşey senin kadar özel olamazdı, Tanrı o Havva’yı bile bıraksa her gece koynuma.
Güzel yüzlü kuklaların tahta kalplerindeki kıymıklar gibi batardı teni
her sevişmemizde.
Hak ettiğim tokatı yaramın ortasına atarken en şiddetli haliyle, içinde sakladığın
sert kadını da tanıdım en sonunda, istemesem de …
Sevgin eskisi gibi kokmayacak, gözlerin bambaşka renklerle konuşmayacaktı belki ama üzerindeki yaraya rağmen, ilk günkü gibi atacaktı kalbim senin için.
MURAT DİNDE
YAZARA E-POSTA GÖNDER