Bir ince TİK! Bir kalın TAK! Uzun zamandır kullanmadığım kurmalı saatin sesine alışmak için müzik ardına saklanmış birkaç saat yetmemiş belli. Gecenin bir köründe uykumun bencilce bölünüşünün sorumluluğunu saate atmam haksızlık olacak sanırım çünkü asıl sorun kafamın içindekiler. Öyle alışığım öyle hazırlıklıyım ki günün getirebileceklerine hiçbir şey sürpriz değil hayatımda, alabildiğine durağan gidiyoruz çok zamandır. Sabahın köründe türlü isyanla kalkıp kimsenin görmek istemeyeceği nemrut bir suratla düşüyorum yollara. Her sabah aynı şey; evden çıkıp sağa dönüyorum, yaklaşık 10 adım attıktan sonra aynı sokakta anlamsız bir biçimde karşı kaldırıma geçiyorum ve oradan devam ediyorum yoluma. Az ileride aylardır bitiremedikleri inşaatın yıkıldı yıkılacak iskelesi çıkıyor önüme hemen yanında bir miktar rengi dönmüş kum, hafifçe sağ yapıp bu engeli aştıktan sonra ellerini bir gün bile nasırsız görmediğim sarı dişli boz bıyıklı manavın önünden köşeyi dönüp sola kıvrılıyorum. O an aklımdaki tek şey ikinci bir aktarmaya kadar minibüste oturacak yer bulabilmekten başkası değil, ta ki minibüse binene kadar. İnsanlar mezun olduğum ilkokulun sağ çaprazında minibüs bekliyorlar, çoğu öğrenci, bazıları da benimle aynı durumda muhtemelen. Kafamda aynı düşünce “Burada beklesem oturmam mümkün değil, tabana kuvvet azıcık daha yürü” deyip bir birkaç dakikalık bir yürüyüşün ardından yol üzerinde minibüsü bekliyorum ve evet her zaman olduğu gibi en az bir tane boş koltuk var. Benden sonra yanıma gelen kırmızı suratlı sarışın kadın kapıya doğru atılıveriyor hemen güya akıllı ama o koltuğu ona yedirmem. Kıvrak bir hareketle yanına gidip kolumu çaprazdan kapının kenarına uzatıp kendimi yukarı doğru itiveriyorum, bu durumdan hiç memnun olmadığını belli eden bir surat ifadesiyle arkamda kalıyor. Sevmiyorum bu kadını, her defasından benden önce binip son koltuğa gözünü dikişinden değil halinden tavrından, dip boyası gelmiş yağlı saçlarından, mutsuzluk akan yüzünden sevmiyorum. Sabah saatlerinde insancıllığımın tuttuğu zamanlarda kendime kızıyorum böyle düşündüğüm için, ona “Neden böylesin?” diye sorduğumda sıralayabileceği tüm mazeretleri belki de nedenleri bir bir sıralıyorum aklımdan, geçip gidiyor hemen. Sabahın ilk görevini yerine getirip oturduktan sonra trafiğin durumuna bağlı olarak 11 ile 13 dakika arasında rahatım. Metrobüse geldiğimi belli eden mezarlıkları gördüğüm anda o sabah nasıl bir hatalı üretimle karşılaşacağımı düşünmeden edemiyorum. Aklımda yazdığım senaryolar ve o arızalara vereceğim cevaplarda mezarlığı ve ölüleri huzurlu uykularıyla ardımda bırakıp metrobüs köprüsünün yağışsız havalarda bile bir şekilde ıslanmayı becerebilen metal merdivenlerinden kayıp düşmeden inmeye çalışırken gözüm yine sağ köşeye takılıyor, küçük bir koli içerisinde kaçak sigara satan adama ki yağmurlu havalarda bir naylonla daima örter zifirden bebeklerinin üzerini. Bir gün denemek lâzım deyip iniveriyorum aşağıya, asıl ıstırabın başladığı yere, sonrası? Sonrası herkesin bildiği gibi, kapasitesinin bilmem kaç katı insanla yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk ömrümden ömür götüren, her sabah ve her akşam…
Evet bahar geldi, evet herkes enerjik, evet bende ofisten çıktığım anda neşe dolup günün kalan kısmını kaçırmamak için koşuyorum ama, ama bu aralar böyle..
Çisem SOYLU,
soylu.cisem@gmail.com
www.twitter.com/cisemsoylu
ÇİSEM SOYLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER