>

KÖŞE YAZILARI | REHA MUHTAR

05.30’da odama giren hırsız…

Rüyayla gerçeğin birbirine geçtiği ve uyandığımda hırsızımı karşımda görmem…
 
   
 
 
     

Gece saat 24.00 sularında eve geldiğimde üzerimde bir ağırlık vardı...

Deniz aşağıda çalışma odasında bilgisayarın başında Pazar Vatan için Şehir Kulübü köşesinin yazılarını yazıyordu...

Yatak odasına geldiğimde, tam soyunup dökünmüştüm ki, pantolonumun arka cebinde şişkinlik yapan cüzdanımı arabanın yan koltuğuna koyup unuttuğumu fark ettim...

Yeniden giyindim, dışarı çıktım ve arabada yan koltukta duran cüzdanı aldım...

Üzerimde psikolojik bir ağırlık vardı, kartların olduğu iki cüzdanı ve arabanın anahtarını ortalıktan kaldırmaya üşendim...

Komidinin üzerinde kaldılar ve ben her zaman olduğu gibi televizyonu açıp, zaplayarak günün stresini üzerimden atmaya soyundum...

Biraz sonra hafiften uyuklamaya başladım...

Arada bir uyanıp televizyona bakıp, tekrar uyuyordum...

Üzerimde sadece boxer’ım vardı...

Hava sıcaktı, yorganı üzerime örtmemiştim...

Bebekler yandaki odada uyuyorlardı... Deniz aşağıda çalışma odasında yazı yazıyordu...



***


Televizyon açıktı ve odanın içine açılan banyonun ışığı da açık kalmıştı...

Bir boxer’la öylesine uzanmış uyuyordum...

Gecenin yavaş yavaş sabaha dönüştüğü saatlerde, bir rüya gördüğümü hatırlıyorum...

Etrafımda birileri beni ittiriyorlardı sanki... Bir kavganın, bir ittirmenin başlangıcı bir olay oluyordu sanki çevremde...

Hani insan uykuda gördüğü rüyadan gerilir, aynı onun gibi fena halde gerilmiştim...

Rüyamdaki o beni ittiren birilerinin yandan üzerime yürüdüklerini görüyordum...

O sırada rüyamda mı gerçek hayatta mı bilmiyorum birisinin ayağıma beni ürkütecek şekilde dokunduğunu hissettim...

Hani sanki hafif bir dokunuştan gıdıklanır ya insan onun gibi, bir anda rüyanın da verdiği ürküntüyle uyandım...

Uyanmamla birlikte, başımı komidinin olduğu yöne çevirdim, çünkü rüyamda da birkaç kişi oradan bana saldırmaya çalışıyordu...

O sırada “hırsız”ımı gördüm...

Yeşil ya da kahverengi bir mont, sanki siyah da bir pantolon vardı üzerinde...


***


Hiç afallamadım...

Sanki rüya beni, odadaki hırsız gerçeğine alıştırmıştı, o hızla yataktan fırladığım gibi, oğlana en galiz küfürleri bağırarak çağırarak herkesi uyandıracak şekilde sıralamaya başladım...

Hırsız o hızla kaçmaya başladı...

Ben yataktan kalkıp sadece boxer’la ağır küfürler savurarak arkasından kovalamaya başladım...

Halı kaydı, yere düştüm, dizim ve kolum sıyrıldı, oralı olmadım, küfür ederek, bağırarak kovalamaya devam ettim...

Bunların hepsi 3 saniyede oluyor aslında... Bebeklerin olduğu odadan aşağı doğru merdivenlerden koşarak iniyordu...

Deniz aşağıda, benim ya da bebeklerin merdivenlerden yuvarlandığını sanmıştı...

Çünkü hırsız ya da sanıyorum iki kişiydi hırsızlar, merdivenlerden o hızla kaçarken, ellerinde tuttukları, saat ve takıların olduğu kutuyu düşürmüşlerdi...

Saat ve kol düğmeleri etrafa saçılmış bir halde merdivenlerin üzerindeydi...

O uyku sersemliğiyle hırsızın peşinde koşar ve arka arkaya ona “sayarken” bir ara “kartları bırak, parayı al git” demek geldi içimden...

Çünkü o kartların teker teker iptali, yerine yenilerinin çıkarılmaları, nüfus cüzdansız, basın kartsız, ehliyetsiz ve kimliksiz ve kimlik numarasız “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” gibi, yeniden dünyaya gelmenin ne anlama geldiğini biliyordum ben...


***


Ne ki evimin içine girmiş, yatağımın başucunda en mahremimin ortasında cirit atan adamla pazarlık yapmayı o uyku sersemliğinde bile gururuma yediremedim...

“Kartları bırak da git” demedim, diyemedim, “hırsızıma saymaya” devam ettim...

Ruhsatlı silahım el altında değildi...

El altında olsaydı daha tehlikeli olabilirdi, merdivenlerde elindekileri düşürüp ev kapısından karanlıkta kayboldu...

Deniz geldiğinde, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu...

O gürültüden dolayı bir kaza olduğunu sanmıştı...

“Hırsız” dedim, “Kaçtı...”

“Polisi çağıralım” dedi, “Boşver” dedim anlamadı...


*****


ÇOCUKLARIMIN ODALARININ KAPISININ DIŞINDA BIRAKTIM HIRSIZI KOVALAMAYI...

Bebekler uyanmışlardı...

Bakıcısı, Mina’yı kucağına almış, Poyraz yatağında etrafı seyrediyordu...

5 yıl önce bir kez daha girmişti hırsız eve...

O zaman uyanmamıştım bile...

Sabah kalktığımda fark etmiştim, kartları da bahçede bulmuştum...

Oysa çocuklar ve kadın varsa evinizde, hayat öyle değil elbette...

O zaman uykunuz hep “uyanık”, dışarıdan gelecek tacizlere karşı, inanılmaz bir reaksiyonunuz var...

Hâlâ düşünüyordum ki, o birilerinin dışarıdan bana bakıp saldırmaya hazırlandığı rüyayı muhtemelen odadaki tıkırtıdan ve gözleri kapalı uyurken hırsızları hissetmekten dolayı görmeye başladım ben...

Şu anda hâlâ çözemediğim olay, ayağıma o dokunuşu hırsız niye yaptı?..

Beni uyandıran o dokunuştu...

Ürkmüş ve biraz da gıdıklanmış gibi hissetmiştim kendimi...

Hâlâ bilmiyorum ki o rüyada mı oldu, yoksa gerçekten hırsız bana dokundu mu?..

Dokunduysa niye dokundu?..

Kaçışına bakılırsa beni uyandırmak istemesi mümkün değil...

Bilmiyorum...


***


Ama Deniz geldiğinde “Sen adam ya da adamları küfrederek kovaladın mı?” dedi...

“Evet” dedim, “Ne var bunda?..”

“İnsanlar hırsızı fark ettiler mi yataklarına siner, gözlerini kapatır beklerler, işini yapsın da gitsin” diye...

Bebeklerin kapısına kadar kovalamıştım hırsızı...

Çok bir şey söylemedim, hiç de öyle “büyük cesaret pozlarında afra tafra yapmadım...”

Konuyu kesmeye gayret ettim...

Tek bir cümleyle:

“Hayatımın tehlikeyle karşı karşıya olduğu olaylar listesinde, bu hırsız olayı maalesef ilk sıralarda yer almıyor sevgilim...”

İkimiz de sustuk...

Mina’yı kucağıma aldım, başını okşadım...

Sonra yatağında doğrulmuş, sakin sakin etrafa bakan Poyraz’a bir öpücük kondurdum...

11 aylık Mina ve Poyraz bakıyorlardı etrafa “ne oluyor” diye...

İstanbul’da hayata 11 aylıkken “hırsız”la karşılaşacak şekilde başlıyorlardı...


*****



HÜSEYİN ÇAPKIN DÜN GECE ARABANIN EYÜP’TE BULUNDUĞUNU HABER VERİNCE...


Dün akşam saat 20.00 sularında, arka arkaya telefonlarım çalmaya başladı gazetede...

Arayan İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’dı...

Onun ne dediğini anlatmadan önce, hırsızı kovaladığım geceye döneyim...

Deniz “Polis çağırmayacak mısın” dediğinde, gayet sakin “Hayır” demiştim...

Ne olduğunu anlamamış, tuhaf tuhaf yüzüme bakmaya başlamıştı...

Öyle demiştim, çünkü o sırada sadece kartlarım, bir miktar paramın olduğu cüzdanlarımın çalındığını düşünüyordum...

Geçen seferden polislerin eve gelişini biliyordum...

Ekipler halinde peyderpey polisler geliyor ve ben yaklaşık 20 ile 30 kez arası olayı anlatmak durumunda kalıyordum...

Bir süre sonra meslektaşlarım gazeteciler evin önüne gelecek, ben birkaç kartla, üç beş kuruş parayı kaybetmeyi unutup, yeniden onlarca röportaj talebi, yüzlerce telefon, geçmiş olsun mesajı arasında sıkışıp kalacaktım...

Biliyordum ki polise haber verilmesiyle Rumeli Hisarı turizmi yeniden canlanacak, kim var kim yoksa etrafa üşüşecekti...


***


Tecrübeli olduğumdan, “Yoo çağırmayacağım polisi... Hem ne yapacak bu saatten sonra?..” dedim...

Hâlâ cüzdanımda çalınan kartları nasıl çıkartacağımı düşünüyorum, içimden dedim ki “Dış kapıdan çıkıp, yol üzerindeki çöp bidonuna bir bakayım... Olur ya hırsız parayı alıp, kartları oraya atıp gitmiştir, çünkü bir işine yaramaz...”

Pantolonumu giydim, üzerime bir t-shirt geçirdim, evin biraz ilerisinde olan o çöp kutusuna gittim... Çöpleri karıştıran bir kadıncağızdan başka kimsecikler yoktu o saatte caddede...

Çöp kutularına baktım, ne bir kart ne bir cüzdan hiçbir şey yoktu...

Eve dönerken, dış kapıdan tam içeri giriyordum bir anda bir şeyin eksikliğini hissettim...

Araba yerinde durmuyordu...

O anda hatırladım ki “cüzdanların arasında komidinin üzerinde arabanın anahtarı da durmaktaydı... Ve hırsız kaçarken o anahtarı da almıştı...”

Arabaya binerek kaçmıştı

hırsız...

Çaresiz Deniz’e döndüm:

“Polisi şimdi aramam lazım” dedim...


***


İstanbul polisi tahmin ettiğim gibi, evin içinde inanılmaz bir çalışma yaptı...

Hırsızın kaçarken bıraktığı terden, DNA testi yaptı...

“Bulacağız” diyorlardı...

İşin ilginç tarafı ben de bulacaklarına inanıyordum...

Münevver’in katil zanlısının yakalanmasından, Engin Deniz’in babasının katilinin evinde bulunmasından beri benim de İstanbul polisine hırsızları bulmaları konusunda güvenim vardı...

Dün gece önce bir emniyet amiri arayıp haberi verdi:

“Arabınızı Eyüp’te bulduk Reha Bey...”

O sırada cep telefonum arka arkaya çalıyordu...

Arayan Hüseyin Çapkın Müdür’dü:

Telefonu açtım, o daha bir şey söylemeden öncelik aldım...

“Biliyordum bulacağınızı” dedim, “Emin ol bugün sigortaya bile söylemiştim...”

Şimdi izin verirseniz, Eyüp Karakolu’na gidiyorum...

Araba orada, gidip bakayım bakalım ne halde, ne olmuş, neler yaşamış bizim hurda?..


REHA MUHTAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>