Gitmek istediğin yola bir türlü giremedin mi? Yürümeye devam et… hep sabrettin ama o beklediğin hiç gelmedi mi? Sabırla beklemeye devam et… savaşmaktan yara bere içinde mi kaldın? Çok mu yoruldun? Biraz dur, dinlen ve kaldığın yerden devam et… geceyi, gündüzü, yazı, kışı değiştiremezsin ama kendini değiştirebilirsin, denemeye devam et… sonradan kuşandığın silahlara güvenerek yaşama, hiçbir şeyin yokken sadece sen vardın… silahsız yaşa, kendinle devam et…
Onu sevmeden önce sen yine sendin, böyle her araba sesinde yüreğin ağzına gelmezdi. Gözün telefonda, aklını sürekli geri sarıp sorularının cevabını aramazdın. Sen, sendin çünkü, kendine aittin. Aştıkların aşacaklarının teminatıydı, şimdi ne oldu?
Yani elbette biraz özleyeceksin. Biraz kendini dağıtıp parçalarını oradan buradan toplayacaksın. Kaybettiklerini bulabilmek ümidiyle başka gözlere arayışla bakacaksın. Onun dokunuşunu, gülüşünü, kokusunu, elini ve sesini düşüneceksin, özleyeceksin. Gayet normal… hiç kimsenin ve de hiç bir şeyin onun yerini doldurmadığını hatta dolduramayacağını zannedeceksin, tıpkı daha önce zannettiğin gibi… bu sefer başka, bu sefer gerçekten öyle diyeceksin… diyeceksin…
Her sabah uyandığında ve her gece uyumadan önce için onunla dolacak, biten bir yazı özler gibi, güneşi teninde özler gibi özleyeceksin. Kara kışlarda ve gri bulutlarda kalacaksın, üşüyeceksin. Uyuyabilmek en büyük eziyet olacak… sen, yatağın ve yastığın, pencereden giren ışık, kimsenin haberdar olmadığı karanlık bir oda, senin kendini tükettiğin ve yeniden yarattığın yer olacak… kendine sorularından, nedenlerinden ve özleyişinden bir eziyet sunacaksın ve en sonunda yatağa girdiğinde soru soramayacak, özlediğini düşünemeyecek kadar sarhoş uyuyacaksın her gece… ne yapacağını bilmez bir halde dönüp durma!
Bugüne yeniden başla, unutmak için başla… Pencereni aç, soruların uçup gitsin, teninden armağan bıraktığı kokusunu yıka, buğuya yazdığın ismi kurumuştur şimdi, avucunla sil onu.
Kolay değil, olmayacak ki… ama olacak…
Ben… büyük şehrin küçük kadını. Biliyorum, birileri unutsa başkaları öğrenecektir adımı… geçtiğim yollarda ayak izlerim çoktan kayboldu, hiç kaybolmayacak sanıyordum… şimdi geçtiğim yollardan başkaları geçiyor, bu hep böyle…
Şimdi ben böyle kendime avuntular yaratıyorum ya, seni de unutacağım daha öncekiler gibi. Kendi halime bakıp aynada aynı şeyi yapmayacağım. İnandığım sözlerim benim can simidim. Boğmayacağım kendimi, tekrar çıkıp suyun üstüne yeniden nefes alacağım. Beni tamamlayan bir parça olmana aldırmadan eksik yanımı daha çok seveceğim senden.
Bir yılın dört mevsimi bitmiş gibi bakacağım sana. Mutluluklar, acılar, sevinçler, göz yaşları. Beklemeler, kavuşmalar, ayrılışlar ve biten bir yıl. Hoşça kal demek bir türk filminin son sahnesi kadar trajikomik olsa da… olsun… her şey oldurduğun kadar vardır…
Varlığın, seni kendimle oldurmak için, benimle olasın diye çabaladığım bir dünyaydı.
“senden ibaret”liği kaldırıyorum levhamdan. Hiç dinlemiyorum içimde bağıra bağıra ağlayan yanımı. Alışacak mecbur… hayalinin beni bir şizofren yapmasına da izin vermeyeceğim. Yok sayarak unutacağım seni… belki açılmayı bekleyen yüzlerce sayfayı karalayacağım ama hiç problem değil, artık biliyorum ki herkes birbirinden öğreniyor acımasız olmayı… herkesten çok kendimi önemsemeyi öğreteceğim kendime…
Ben, büyük şehrin küçük, küçücük kadını… Hiç istemedim büyümeyi ama zaman benimle aynı fikirde değildi… o yüzden olduğum kadar, oldurduğum kadar varım…
sen de öyle…
Sevgiler
Itır…
itir.sema@gmail.com
ITIR SEMA ERTAŞ
YAZARA E-POSTA GÖNDER