“Budva’da eski şehir, Clementine balonları, Sveti Stefan’a kuş bakışı ve Petrovac’ta birkaç saat…” (Nilhan Fidan)
Macera dolu yolculuğun sonunda Karadağ’a varıp bir şekilde odamıza da yerleşip kendimize geldikten sonra Budva’nın Eski Şehir (Old Town) kısmını gezmeye dışarı çıktık. Üstümüze üstümüze gelen sahil kalabalığı Split’ten sonra bizi biraz hayal kırıklığına uğratmadı değil. Omzuna çarpıp geçip, kafasını çevirip bakan; ama özür dilemeyen tip mi dersin, açık havada şarkı söylenilen sahneye yakın bir Budva haritasına bakarken bizi omuzlarımızdan tutup çeken ve uzaklaşın der gibi eliyle işaret yapan adam mı dersin, trafik keşmekeşi mi dersin… Old Town içinde dar sokaklarda, Split’e benzer mimaride evler arasında fotoğraf çektirdikten sonra Sertab’ın “Every Way That I Can” şarkısını çalan bir cafe’de oturup gelen geçene bakarken büyük bir dondurma kupuna gömülerek akşam yemeğini geçiştirdik.
Aşağıdaki resimde gördüğünüz Clementine rüyası şeffaf balonları ilk kez Budva’da gördük –ki daha sonra benzerlerini Hırvatistan’da da görecektik. Özünde, balonun içinde ayakta durup balonu hareket ettirmek için hızlı hızlı yürümeye koşmaya çalışan çocuklar dengelerini kaybedip düşerek kendi kendilerine eğleniyorlar. Bana biraz klostrofobik gözüküyor ama bir yandan da eğlenceli gibi.
Ertesi gün sıcaktan fazla uyuyamadık yine, Sveti Stefan’a gitmek üzere erkenden yola çıktık; ama ne mümkün… Tabelaları takip ederek gittiğimiz bir noktada tabelalar bitiverdi, biz de kalakaldık. Bir bakkala sordum, kızcağız İngilizce bilmiyor, eliyle ileri diye işaret etti; bir otelin güvenlik görevlisine sordum, o da İngilizce bilmiyor. Biraz daha devam edince “özel mülk” yazan bir yerlere geldik, yol darlaştı, karşımıza bir taksi çıkınca acaba ters yönde mi gidiyoruz diye düşündük, zira adam da kendi dilinde tükürüklerini saça saça bize bir şeyler demekteydi. O yolda geri geri çıktık ama arkamızdan da gelen vardı. Sonunda taksiye yol versek de yine o yoldan gitmek zorunda kaldık. Sonra bir görevli ile burun buruna geldik, bize giremezsiniz dediği yerden aşağı inemediğimiz için de Sveti Stefan’ın resmini tepeden bir yerden çekebildik. Tabii iki yanındaki güzel olduğu söylenen plajları da kaçırdık. Zaten nedense Karadağ’da her yer dar geldi bize, araba park etmek dert, her yer araba, yollar dar.
Kendimizi bir şekilde en yakındaki Petrovac’ta bulduk, şemsiye şezlong kiralayıp biraz keyif yapalım dedik; ama bir kere hoşlaşmamıştık ya direkt Türkiye’nin plajlarını sayıklamaya başladık. Sonuç olarak bir iki saat anca dayanabildik ve öğlen 2den sonra plajdan ayrıldık. Aslında Dubrovnik’e giderken yolda uğramayı düşündüğümüz Kotor gezimizi de bugüne çekiverdik. Ve ver elini Kotor… Nilhan Fidan