Bir yaz günü,
sabah erken,
ev sakin,
gözlerimi açıyorum hafif uykulu, karşımda bir pencere
mavi parmaklıkları var, dışa doğru bombeli, biraz süslü ve vişne ağacının dallarıyla oynaşıyor.
Ceviz rengi eski gardolaba kayıyor gözlerim, iki kapılı çok eski, bir kapağı hafif aralık.
Sonra yastığın diğer tarafına kafamı çeviriyorum, gülümsüyorum
En sevdiğim şeker, yastığımın üzerinde, bırakandan selam söylüyor.
Doğruluyorum yatağımda, dallarından arasından sızan güneş oynaşıyor bu sefer benimle. Şekerimi afiyetle ağzıma atıp çıkıyorum yataktan. Odadan çıkınca salonun ortasına hop düşüveriyorum, kırmızı desenli halı, bir sedir, örtüleri düzenlice örtülmüş, bir ayna duvarda ve kenarına sıkıştırılmış fotoğrafım.
Mutfakta tıkırtılar, sokaktan geçen satıcıların seslerini duyuyorum arada. Şimdi boncukçu geçiyor mesela, genç kızlar üşüşüyor başına. Hepsi çeyizine koyacakları tülbentlerin kenarına işlemek için boncuk seçiyor.
Salondan çıkıp banyoya gidiyorum, elimi yüzümü yıkayıp tekrar salona dönüyorum. Aynam duvarda hem resmim de var üstünde çünkü benim için alındı o ayna, ben bakayım diye. Saçımı tarıyorum, upuzun kumral saçlarımı aynanın karşısında. Topluyorum bir lastikle. Kahvaltı hazırlanıyor o esnada, sofra bezi seriliyor, tahta konuyor, çay geliyor. Taze ekmek kesiliyor önüme konuyor, zeytini, reçeli, tereyağı, yumurtası, peyniri ve taze soğanıyla mükellef. Arada sürülebilir çikolata da kahvaltı soframızda bize eşlik ediyor.
Tek katlı müstakil evlerimizde dış kapılarımız hep açık, önüne bir tül asılı. Bizim çocuklar kapıdan sesleniyor, Ayşe, Bilgin, İrfan, Gülcan, Hilal ve diğerleri. Artık oyun zamanı.
Kalkıyorum sofradan, sofaya giden koridoru geçiyorum, bizim çocuklar kapının önünde. Bahçeye çıkıyorum, hepimizin evleri yan yana ve hepsi aynı, odaları aynı, bahçeleri aynı, evlerin içi bile nerdeyse aynı, biz hepimiz aynıyız, kimse daha üstün ya da daha aşağı değil.
Ne oynasak derdi başlıyor ama önce saklambaç. İlk kimin ebe olacağına adil bir seçimle karar veriyoruz. Sonra kim sobelenirse.
Tek katlı evlerimizin çatılarına çıkıyoruz kovalamaca oynarken, çatıya çıkmak büyük adrenalin, çatıya çıkamayanlara elimizi uzatıyoruz.
Biraz da evcilik oynayalım diyerek sofra bezlerinden çadır yapıyoruz kendimize.
Ev eşyasız, yemeksiz olur mu?
Yerlerden bulabildiğimiz kadar şeker ambalajlarını topluyoruz, onların içine küçük taşları sarıp gelen misafirlerimize şeker ikram ediyoruz.
Hepimiz evlerimizden ne getirebilirsek artık. Bir bahaneyle eve girip aşırıyoruz artık ne alabilirsek. Mesela ben su içmeye giriyorum, etrafıma şöyle bir baktıktan sonra salonun bir köşesinde duran buzdolabından domatesle salatalık aşırıyorum. Bir diğeri peynir, bir diğeri armut. Bazı arkadaşlarımızın getirebileceği bir şey yok, neyimiz varsa ortaya koyuyoruz, hep birlikte yiyoruz.
Kimse kimsenin ne getirdiğinin hesabını yapmıyor ne kimse büyükleniyor ne de kimse kendini kötü hissediyor.
Başka bir sokak satıcısı geçiyor bu sefer, horozlu şeker satan, leblebi tozu da satıyor. Bu sefer biz onun başına üşüşüyoruz.
Bir koşu evden yalvar yakar para alıp onları da afiyetle yiyoruz.
Evin erkeği dönüyor evine, bazısının eli kolu dolu ama hepsi sarılı, kimse bilmiyor o poşetlerde neler var.
Akşam oluyor artık, akşam yemeği için evlere dağılıyoruz. Sonra komşumuz semaverde çay demliyor, yan yana yaşayan insanlar bir semaver çayı bir arada içiyor.
Ben, benim için özel olarak alınan kızılcığı yıkıyorum, koca bir kaba doldurup bizim çocukları çağırıyorum. Ellerimiz, ağzımız kıpkırmızı yerken, hepimiz aynıyız.
Bütün evlerin kapıları hala açık ve ışıkları yanıyor. Sabahat yengeden kavurga istiyoruz. Hiç üşenmiyor, kalkıp buğdayları kavuruyor piknik tüpünün üstünde, alüminyum tencerede. Birazı bize birazı büyüklere.
Gece oluyor artık yavaş yavaş, evlerimize giriyoruz. Uyumaya yakın kapanıyor kapılar. Pijamalarımı giyip, elimi ayağımı yıkayıp yatıyorum yatağıma. Yanımda en sevdiğim, hani sabah yastığıma şeker bırakan, ellerini açmış dua ediyor başucumda. Ben onun koluna sarılıp duasını bitirmesini beklerken, vişne ağacının dalları hala mavi parmaklıklarda. Ceviz rengi gardolabın bir kapağı hala hafif aralık, o kadar eski ki kapanmıyor. Dışarıdaki rüzgarın ve üst mahallenin sokak lambasının yarattığı gölgeler odamın içinde hayali canavarlara dönüşüyor.
Korkmuyorum, gülümseyerek gözlerimi kapatıyorum… Çünkü yine güneş doğacak ve biz hala aynı olacağız.
Sevgiler
Itır…
ITIR SEMA ERTAŞ
YAZARA E-POSTA GÖNDER