Sıkılmıştım artık, insanları anlayamamaktan ya da anlıyormuş gibi yapmaktan. Zordu çünkü anlamak, zengin bir bahçedeki bütün bitkilerin dilinden. Biliyordum su istiyordu bu bitkiler ve sevgi de. Ama hisli bir bahçıvan anlayabilirdi ancak bu bitkilerin halini. Ve de gönül gözü açık bir çoban duyabilirdi ancak, coşkuyla akan bir ırmağın feryadını. Bitkiler mutlu olmalıydı ilaç olup, şifa dağıtmaktan. Irmak da keyif alıyor olmalıydı aktığı yerleri sulamaktan ve bitkilere yaşam veriyor olmaktan.
Biz mutlu muyuz acaba Dünya’nın bugün ki kargaşa ortamından? Peki, hisli bahçıvan ve gönül gözü açık çoban, el ele verse kurtulur muydu Dünya? Ya da yeter miydi güçleri, açları doyurmaya ve de savaşları durdurmaya?
Bir “realite savaşı” yaşanıyordu tam olarak, kalpleri tahribata uğratan ve bizleri, biz olabilmekten uzaklaştıran. Menfi düşünceler, nefis ile bir araya gelmiş, iyiye ve güzele dair ne varsa karşısına almış, çarpışıyordu adeta kıran kırana. Sevgi de bütün duyguları yanına toplamış, vicdandan yardım istiyordu. Vicdan ise öylece bekliyordu, kabuk bağlamış kalplerin ücra köşelerinde, yalnız ve ümitsizce.
Ve de kimse istemez bu hikâyeye kötü bir son yazmayı.
Uğur Güney
UĞUR GÜNEY
YAZARA E-POSTA GÖNDER