ÇOCUKLARA yöneltilen onlarca ilginç (!) soru içinde rahatlıkla başköşeye oturabilecek olan, şüphesiz ki ‘Anneni mi çok seviyorsun, yoksa babanı mı?’dır. İstisnasız her çocuk, bu soruyu o minik dünyasını çevreleyen insanlardan birinden duymuştur. Cevap, genel olarak ‘İkisini de çok seviyorum’ olur…
Ardından da şu gelir: Ne kadar?
Sizi bilmem ama ben hiçbir zaman o soruya ‘ikisini de aynı’ cevabı vermedim. Klasik bir kız çocuğu olarak, anneme her ne kadar bağlı olsam da; yine de bir klasiği yaşatıp babamı daha çok sevdim. Bunun annemi üzüyor oluşunu da hiç anlayamadım üstelik…
Annem, benim için her şeyden önemliydi; tamam. Onu hayatımı ortaya atacak kadar çok seviyordum; güzel. Masal kızlarına benzettiğim yüzünü bir gece görmesem, mutsuzluktan öleceğimi zannederdim; gerçekten… Ama babam…
Küçük dünyamda kurguladığım her masaldaydı; okuma şevkimdi, beni ‘ben’ yapandı. O yüzden, tereddütsüzdü çocukların gözlerini korkutan o sorunun cevabı benim için. İstisnasız cevabım, hep ‘babamı’ idi…
O sorular gibi ardı ardına salonun duvarlarında yankılanan her soruya da aynı netlikle cevap verdim çocukluğum boyunca. Hiçbir şey benim için bilinmez değildi. İç dünyam konusunda karmaşık bir ‘bilgi’ çokluğuna sahiptim. Kimi zaman ‘ukala’ ve ‘çokbilmiş’ olmakla nitelendirilse de; ben hep ‘kendimi bildiğimi’ düşündüm.
İşte o bahsettiğim ilginç (!) sorulardan biri de ‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun’dur. Yine istisnasız her çocuğa bu sorulur. Bunun cevabı, ebeveyn sevgisine nazaran daha geniş bir yelpaze sunar sorana. Klasik olarak, aile içinde belirgin olan meslek hâkimdir.
Onun dışında doktor, öğretmen veya biraz uç olanlar için astronot cevapları üst sıralarda gelir. (Gerçi şimdilerde büyüyünce Pokemon, büyücü, hacker olmak isteyen de çok.) Bu cevapların aksine bir cevaptı benim daima verdiğim. Yine, kendini bilen (!) bir şekilde üstelik.
İnanmazsınız; 4-5 yaşındayken, büyüdüğümde güzellik kraliçesi olmak istiyordum. Bu, sizi, bütün aile bireylerini ve komşu takımını güldürse de, aslında oldukça ciddiydim… Bana, ‘güzel’ olmanın ödüllendirilebiliyor olması mantıklı geliyordu, saçları üzerinde parıldayan taç da ayrı bir onurdu sanki. Okul hayatıyla tanıştığım ve o “güzel” olanların genelde “sadece güzel” olduğunu keşfettiğim anda - ki bu da 6-7 yaşında olduğum zamana denk gelir - bundan vazgeçtim.
TMNT (Ninja Kaplumbağalar) ve Superman’de gördüğüm medya mensubu hatun kişiler April O’Neil ve Lois Lane’in de bu vazgeçişte etkisi büyüktür. O ikiliyi keşfettiğim anlardan itibaren, hayatımın amacını bulmuş gibiydim. ‘Araştırmacı gazeteci iş başında’ diye andım kendimi, evin içinde yaptığım saklı gezintilerde…
Okumayı iyiden iyiye öğrenmem ve evimizin harika kitaplığıyla tanışmamla birlikte, yayıncılık alanında çalışma isteğim ağır bastı. “Gazeteci-yazar-editör” üçlüsünde gittim-geldim yıllarca…
Söyleyecek çok şeyim vardı; insanlara anlatmanın en güzel yolunu bulduğumu düşündüm. Birkaç ufak meslek isteği olsa da, o üçlü hep ruhumdaydı. Bir gün, daha çok kişiye kendimi anlatacağım hayali hep yastığımın altında…
Şimdi, o çocukluk hayallerimin gerçekleşmeye başladığı günlerin başında olduğumu hissediyorum. Masalımın gerçekliğe taşındığını görüyorum yavaş yavaş. Şu an, buradan sizlere anlatabiliyor oluşum, mucizevî geliyor. Her anın, her harfin, her satırın keyfini çıkararak yazıyorum…
Sezin Dirier
sezindirier@hotmail.com
www.sezindirier.com
SEZİN DİRİER
YAZARA E-POSTA GÖNDER