Daha dün annesinin gelinlik ayakkabılarını giymiş küçücük ayaklarına, tıkır tıkır geziniyordu hala yaşadığı evin taşlarında. Büyük oluyordu elbet ayaklarına, biliyordu ama o beyaz topuklu ayakkabılar çocukluğunun en büyük olduğu zamanlarıydı belki de. Bir anda büyüyordu o ayakkabılarla sanki, bir anda başka bir kimliğe bürünüyordu sanki ama o hala küçüktü, ayakları elleri küçücük, kalbi hala çocuk hala agucuk bugucuk; o büyümek için topuklarla kendisini uzatmaya çalışan minik bir çocuk.
Akşam olduğunda babasını beklerdi pencerenin başında, babası kahramanıydı onun. Babası dünyanın en yakışıklı erkeğiydi, evleneceği adamdı babası onun. Hayatının aşkıydı. Kırmızı pakete sarılmış gofretler ve tabi ki süt ile gelirdi eve her akşam. Günün en beklenemez anlarıydı o anlar elbette. Hele bir de geliyorsa kucağında oyuncak bir bebekle, ondan mutlusu yoktu dünyada o gece.
Çocukluğunun bile inişleri çıkışları olduğunu, ne kadar kırıldığını ve hırpalandığını, aslında zaman zaman babasından uzaklaştığını ve aslında çok küçükken de çok büyümüş olduğunu; şimdi oturduğu sandalyesinde anımsıyordu ayağındaki topuklu ayakkabılara bakarak ve tebessüm ederek…
Büyüdüğünü sandığı bir kız çocuğuydu şimdilerde. Okullarını bitirmiş ve yapmak istediği bir sürü şey biriktirmiş, çalıştığı iş yerinde odasında masasının başında mavi sandalyesinde oturuyor şimdi. Ayağında topuklu ayakkabıları.
Her şeyin zamanında ne kadar güzel olduğunu fark ettiğini fark etmişti. Sokak çocuğu olmanın, sokakta oyun oynayarak büyümenin ne kadar zevkli olduğunu ve mahalleye gelen uçan baloncu amcanın verdiği heyecanı şimdilerde alamadığını ama yine o baloncu amcayı hatırladığında gülümsediğini… Annesinin beyaz topuklu ayakkabılarının minik mantar topuklarından daha yüksekti şimdi ayağındakiler ve tam oluyordu ayaklarına. Ne kadar büyümüş ne kadar büyütmüştü kendisini ve hayat ne kadar büyütmüş ve ne kadar büyülemişti onu şimdiye kadar. Düşündü düşündü de ne çok şey vardı topuklu ayakkabılarının içinde. O ayakkabıları neler doldurmuş nelerle büyümüştü o ayaklar ve şimdi neler taşıyordu şimdi. Omuzlarındaki yükleri beynindeki düşünceleri, heyecanları yüreğindeki ve gülümsetiyordu onu parmağındaki ojeleri..
Zamanı geliyordu ve o hep bir şeyleri yaşıyordu. Zamanı geliyor ağlıyordu zamanı geliyor gülüyordu zamanı geliyor heyecanlanıyor zamanı geliyor diyor ve aşık oluyordu, zamanı geliyordu terkediliyor zamanı geliyor terk ediyor dönüyor arkasını gidiyor, zamanı geliyor yas tutuyor zamanı geliyor dua ediyor zamanı geliyor sefa sürüyor zamanı geliyor cefa çekiyor. Her şeyi zamanı geldiğinde yaşıyor…
Şimdilerde büyümüş olduğunu düşünüyordu.
Büyümüş olduğunu düşünüp içindeki küçük kızı arıyordu. Arıyor arıyor buluyordu da zaman zaman. Ama anladığı bir şey vardı şu hayatta,
Güzeldi her şey zamanında; zamanında.. Biriktirdikleri çantasında, ve sırtlandıkları omuzlarında; her şey zamanında güzeldi ya, annesinin gelinlik ayakkabıları bile zamanında güzeldi..
Onlar bile Eskiler şimdi…
PINAR ÜSTÜNDAĞ
YAZARA E-POSTA GÖNDER