Mücadele dediğin şey nereye kadar? Nereye kadar tek başına gidebiliyor insan.
Çok sevdiğim bir arkadaşımla geçen akşam Taksimde tahta bir masanın üzerine koyulmuş bir tabak patates kızartmasının yanında bize eşlik eden biralarımızla konserin başlamasını bekliyorken, konuştuklarımızla sarhoş olduk, daha bir yudum bile alamamışken.
Çok güzel bir cümle kurdu bana ve gözlerim dondu kaldı o anda, vay canına diyebildim yalnızca.
“Tek başına iki kişi için ağlama, bu seni çok yorar…”
Tek başına iki kişi için ağlama… Verdiğim mücadele tek başına ve belki de mücadele bile değil adı kendi kendime boğulduğum saplantı koydum artık adına.
Bir insanı çok seviyor olmanın gerçekten (kusura bakmayın ama) bir boka yaramadığını anladığım 2012 yılında olduğum için bu yüzyıla gıcık olsam da, herkesi seviyorum ben yine de, banane…
Dedim ya, bir insanı çok seviyor olmanın hiçbir işe yaramadığı, eski zamanlarda doğmuş ama tarihi farklı koyulmuş bir yürek taşıyorum içimde. Çok sevip çok sadık kalanlarından, ve çok saflarından belki çok sağlamlarından.. Haddinden fazla güçlü belki de, ardında görünmez kırılganlıkları var aslında…
“Kadın gibi kadın olmayı becerebilseydik keşke, keşke onlardan daha çok erkek olmasaydık…” diye de çok konuştuk.. Bu kadar güçlü olmak niye, gözümüzü bu kadar karartmak ve birçok insanı karşımıza almaya razı olmak; o kadar ki ailemizi bile.. Niye? Kime?
Çok sordum bunları kendime. Bu kadar çok sevmek bu zamanda, yok yok hiç yakışmıyor, hiç yakıştırılmıyor.
Gerçek sevmeler yakıştırılmıyor ilişkilere.. Sahte övgü sözcükleri yer alıyor hikayelerin sonlarında, birkaç damla göz yaşı ekleniyor virgül niyetine, ardına birkaç cümle daha.. Sorun sende değil bende hikayelerinin çok geride kaldığını ya da kalması gerektiğini düşündüğümüz yaşları yaşıyorken, HALA bunları duymanın verdiği komediye ağlamalar…
Günlerin geceleri, gecelerin günleri kovaladığı saatleri yaşıyoruz, ağlıyoruz, uyumuyoruz, dualar ediyoruz, hala ondan başkasına bakmıyor gözlerimiz, hala “o” diye tutturuyoruz. Etrafımızdakiler kızıyor bize, ne var onda bu kadar, diye.. Vazgeçmiyoruz, vazgeçemiyoruz sevdamızdan, aslında APTALLIĞIMIZDAN!! Laf da söyletmiyoruz hani, söyleyene tripler atıyoruz..
Giden gitmiş, geride kalan biz hala neyin yangınındayız; bilmiyoruz…
Sahnede gitar çalan adamın şarkılarına gözlerimiz yarı açık yarı kapalı eşlik ediyoruz bağıra bağıra..
Biz hala uyanıyoruz sabahlara onların kokusuyla…
Bu kadar güçlü olmak niye… Erkek gibi(!) güçlü olmak, bu kadar sadık olmak, bu kadar aşık olmak, bu kadar sevmek bu kadar sevdalanmak, gözleri bu kadar karartmak, niye?? Kime??
Kim için bu cesaret?
Kime adanıyor bu cesur yürek??!!
Yürek çok fazla şeye alışıyor.
Ayrılık acısı ölüm acısına denktir diyorlar, dedim. Birden bir yara açıyor bir bıçak sol yanında. Kanatıyor kanatıyor kanatıyor, yakıyor yanıyor kavuruyor, olmuyor dinmiyor geçmiyor, söndürülmüyor, sönmüyor.
Yürek çok fazla şeye alışıyor. Zaman geçiyor. Zaman çok şeyi öğretiyor.
İnsan tek başına mücadele ediyor.
Bir süre..
Artık dizlerinin üzerinde bile durabilecek gücü kalmadığında anlıyor, kusursuz da olsa aşk, değmiyor gidene ardından HALA büyütmeye, beslemeye, beklemeye..
Değmiyor giden, hak etmiyor, yastığı ıslatan gözyaşları, avuçları açıp edilmiş duaları…
Hak etmiyor giden, kalanı..
Kalan hak etmiyor kalmayı..
TEK BAŞINA İKİ KİŞİ İÇİN AĞLAMAK YORUYOR, BİTİRİYOR…
Yeter artık dediği noktada bi ateş sürekli yanıyor, sönmüyor.. Kokusu yüreğin bedenin tüm hücrelerin etrafını sarıyor. Kızışıyor Kızgınlık yürekte. Birikiyor alevleri artıyor.. Burnundan solutuyor insanı, çenelerini sıktırıyor, gözleri dolsa bile ağlatmıyor! Durduruyor, daha da kızdırıyor…
Yeter artık diyor insan.
Kızıyor.
Yeter artık diyor.
NE SEVGİSİNİ HELAL EDİYOR,
NE HAKKINI…
PINAR ÜSTÜNDAĞ
YAZARA E-POSTA GÖNDER