Tencerem kaynarken, maymunum oynarken...
Anadolu deyimlerine bayılıyorum. Bir cümleyle bir hayatı özetleyebiliyorlar. Bunları söyleyenlerin çoğu okuma yazma bile bilmiyor ama, hayat okulunu iftiharla tamamlamışlar…
Dün kitapçıları dolaşırken (benim kitap raflara çıkmış mı diye merak ediyordum) Duygu Asena’yı anlatan “Ben Duygu” adlı kitabı gördüm ve hemen aldım.
Bu Duygu’nun bana imzasız verdiği ilk ve son kitap. (diğer kitapları imzalanmış olarak kütüphanemin en güzel yerinde duruyor) Ayşe Emel ve Zeki Çoşkun’un Duygu’nun son yıllarında onunla yaptıkları uzun bir söyleşiden yola çıkılarak Duygu’yu anlatıyor.
Burada kitabın detaylarına girmeyeceğim. Beni en başta etkileyen kısım. Duygu’nun işsiz kaldığı dönemlerde neler hissettiği ve kendisini nasıl işe yaramaz gibi gördüğü ve insanlara ve medyaya kırgınlığı.
Bu duyguları çok iyi bilirim. Çünkü bende bunu bire bir yaşadım.
Bizim meslek (gazetecilik) çok ilginç bir meslektir. Bir yayının başındayken veya bir yerde köşe yazarken herkes peşinizde dolaşır. Her gün birkaç davet vardır ve siz nereye gideceğinizi şaşırırsınız. Size sadece davetiye yollamaları yetmez bir de telefon edip, hiç değilse bir yarım saat uğramanız için rica ederler…
Çünkü, sizin o davete katılmanız demek, o konuda bir şeyler yazacağınız anlamına gelir.
Birlikte iş yapma önerileri azımsanmayacak kadar çoktur ama, sizin işiniz sadece gazetecilikse bunlara itibar etmezsiniz.
İşiniz varken gazetelerden dergilerden de teklifler gelir. Parası daha iyi olsa bile alıştığınız yeri, sevdiğiniz arkadaşları ve ortamı bırakıp gitmezsiniz. (ama patronlar sizi eşya gibi kiralar, tarla gibi icara verir ve sıkıyı görünce de bir gecede devredip gider)
Pek çok insan tanırsınız, pek çok kurum tanırsınız, pek çok konuda yazarsınız, haklarını savunursunuz elinizden gelirse işsizlere iş bulursunuz ama sıra size gelince, durum hiç de iç açıcı değildir. Kendi hakkını savunamayan tek sektör bizimkidir…
Eğer artık bir yerlerde yazmıyorsanız size ve dostluğunuza gerek yoktur.
Çünkü artık onların işlerine yaramazsınız. Bazıları o kadar aptaldır ki, yıllar yılı sizin kapınızı aşındırdıklarını unutup, nezaketen olsun bir davetiye yollamazlar.’ Devran bir gün döner’ diye düşünmezler…
İlk günler pek anlamazsınız…’Nasılsa bir iş bulurum bunca yıllık gazeteciyim yaptıklarım ortada’ diye düşünürsünüz ama durumun hiç de sandığınız gibi olmadığını kısa sürede görürsünüz Ayaklarınız suya erer, dost dedikleriniz kum zerrecikleri gibi denize karışıp giderler…
İlk tokadı meslekdaşlarınızdan yersiniz. Kiminle karşılaşsanız daha siz bir şey söylemeden ”Medyanın durumu çok kötü, bizden de adam çıkarmaya başladılar, bakalım bu sefer piyango kime vuracak” diyerek sizin bir şey söylemenize fırsat vermezler.
Sonuna kadar hizmet verdiğiniz patronlar sır olur. Yazdığınız mektuba bile cevap vermezler. Tazminatınızın üzerine yatmak için topu birbirlerine atarlar ve hiç vicdanları sızlamadan yatarlar ( Ahmet Özal gibi )
Giderek yalnızlığınız artar. Kendinize olan güveninizi bir an için yitirirsiniz. “İşi yaramaz”lık duygusu en dayanılmazıdır.
Sonra kendinizi toplarsınız ve kendi kendinize şöyle dersiniz ‘Ben bunca yıl bu işi başarıyla yapmasaydım beni tutmazlardı. Buralara tırnaklarımla kazıyarak geldim. Ne birinin metresi oldum, ne babam bana bu işi kurdu, ne de yalakalık yaptım, ne de yazılarımı başkaları yazıp benim imzamla yayınladılar ” Bu düşünce sizi biraz ferahlatır ama, insanlara olan inancınızı yitirirsiniz, içinizde bir yerler kanar, sahteliklerden tiksinirsiniz. Giderek daha da yalnızlaşırsınız. Ama farkına varmadan güçlendiğinizi, bilendiğinizi hissedersiniz ve Anadolu’nun o güzel sözünü bir kez daha söylersiniz “Tencerem kaynarken, maymunum oynarken” buna ben de bir şey ilave etmek istiyorum. ‘Maymun gözünü açtı’.
Hepinize en iyi dilekler ve sevgiler…
Özcan Kandemir
o.kandemir@superonline.com
ÖZCAN KANDEMİR
YAZARA E-POSTA GÖNDER