Şubat’ın sonu geldi miydi beni bir panik aldı. Bir iki aydır ha bu hafta sonu ha öbür hafta sonu giderim dediğim iki önemli sergi var Pera Müzesi’nde. Üstelik anneme de gideriz diye söz vermişim, kaçırırsak çok üzülür.
Tamam, dedim, bu hafta sonu iş güç de olsa, sözüm de olsa, soğukmuş, rüzgârmış, kulağım ağrıdı, yok üşüdüm demeyeceğim, Cumartesi Beyoğlu’na gidiyoruz.
İki hafta kadar önce annemle Beyoğlu’nun yolunu tuttuk. Annem öncelikle Frida’nın sergisini merak ediyordu, biz de bu sebeple müzede ilk önce “Frida Kahlo ve Diego Rivera” sergisini gezdik.
20. yüzyıl sanatının en çarpıcı isimlerinden ikisi, Frida ve Diego’nun tuvallerine ve dönemin ünlü fotoğrafçıları tarafından çekilmiş fotoğraflarına bakarken sanki ikisi de buralarda bir yerlerde hala hayattaymış gibi hissettim. 2002’de çekilen Frida filminden sahneler mi canlandı kafamda ya da Frida’nın otoportreleri ve çizimleri arasında kendime tanıdık bir doku mu yakaladım, emin değilim. Desen ve kolajlarındaki neredeyse kendini kaybedercesine kendine dönük, deli dolu hal, bir şeyler anımsattı kesinlikle… Bana dair bir şeyler.
Hem tablolarda hem de fotoğraflarda Frida’nın bakışında bir kırık bir eksik söz vardı sanki. Aşk ve acıyla, içinden koparılmış bir benle ne vedalaşabilmiş ne de tamamen var olabilmiş bir yürek. Ben de o bakışa takılıp kaldım çoğu zaman. Özellikle “Evreni Kucaklayan Aşk” tablosunun önünden uzun süre ayrılamadım. Baktıkça aşkı, acıyı ve kadın olmayı tekrar tarifledim sanki zihnimde.
Serginin tanıtımlarında da yer alan, Frida’nın kiliseye giderken başın üstüne çekilen dantelden hotoz ile kendini adeta gelin duvağına bürünmüş gibi gösterdiği 1943 tarihli “Düşüncelerimde Diego” tablosu için müze sayfasında şöyle deniliyor:
“…Kahlo, bu sert ve törensel kostümü seçmekle, Diego’ya duyduğu hayranlığın neredeyse dini boyutlara vardığını göstermek istemiştir. Bir gelin gibi Diego’yu bekler, bakışları sevecen ve dostluk doludur, bir yandan da dalgın dalgın uzakları süzer. Frida’nın alnında Diego’nun portresi parlar, böylelikle Diego’dan başka bir şey düşünmediğini anlarız. Düşünceleri beyaz ipliklerden oluşan bir hale gibi başındaki hotozu çevreler, resim çerçevesinden dışarı taşar, çok uzaklara uzanır…”
Uzaklara uzanan düşünceler, Frida’nın yüreğinden Diego’nun resmine ve kesişen hayatlarına renkle, çizgiyle, fotoğraf ve filmle aralanan bir pencere… Ne yalan söylemeli, insan bu pencereyi biraz daha aralamak, daha fazla eseri doyasıya görmek, izlemek istiyor. Umarız bir başka bahara…
Müze’deki bir ikinci sergi de “Çarlık Rusyası’ndan Sahneler” adını taşıyordu. Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu'ndan 19. yüzyıl Rus klasiklerinin yer aldığı sergide Rus gerçekçi resminin çok güzel örneklerini görebilirsiniz. İki kata yayılan sergiyi ben de annem de büyük keyifle; zaman zaman buruk bir gülümseme zaman zamansa gözlerimizin dolmasına sebep olan dalgın bakışlarla gezdik.
19. yüzyıl Rusya’sından doğa manzaraları, yoksulluk, savaş, çocuklar ve kadın üzerine yaşamdan kareler resmedilmiş. Çok beğendim; renklere, resimlerin gerçekçiliğine hayran kaldım gezerken. Bazı resimleri de not ettim özellikle:
• Vasiliy Maksimov'un kucağında bebek, etrafında sepet parçaları, gözlerindeki o inanılmaz ifadeyle “Kör Usta” adlı tablosu,
• Karl Lemoh'un 1885 tarihli "Yeni Arkadaş" isimli tablosunda çocukların yeni doğan kardeşlerini görmek için kapı eşiğinde beklerken yüzlerindeki ifadeler,
• Aleksey Ivanovich Korzuhin’in “Ekmek Kabuğu” isimli tablosunda ekmek kabuğuna iştahla bakan al yanaklı küçük çocuk,
• Nikolaj Alekseevich Kasatkin'in 1891 tarihli “Öksüzler” tablosunda babasının askeri parkasını giymiş, mezarı başında dua eden çocuk ve kardeşi – ki ilk gördüğümde fotoğraf sandım ve irkildim,
• Nikolay Bogdanov’un “Okulun Kapısında” ismiyle, üstü başı yırtık pırtık bir çocuğun sınıf kapısında öğrencilerin ders çalışmasını izlemesini resmettiği tablo,
• İlya Repin'in 1903 tarihli “büyük güçlükler karşısında bile cesur beklentilerini ve mutlu ümitlerini yitirmeyen Rus gençliğini" anlattığı ifade edilen “İşte Enginlik!”, asker uğurlaması ve “Volga Kıyısında Burlaklar” tabloları,
• Doğa ve manzara resimleriyle ünlü Ivan Ivanovich Shishkin’in “Çam Ormanı - Güneşli Bir Gün” ve “Huş Ağacı Ormanında Dere” adlı tabloları,
• Valery Yakobi’nin “Dilencinin Paskalyası” adlı tablosunda annemin gözlerini yaşartan yaşlı dilenci,
• Nikolay Yaroşenko’nın daha güleryüzlü “Salıncakta” tablosu ile “Sıcak Bölgelerde” isimli tablosu.
Tavsiyem, bulabildiğiniz ilk fırsatta ve geniş vakit bırakarak Pera Müzesi’ne gidin. 20 Mart’a kadar devam eden bu iki sergi dışında ikinci kattaki “Düşlerin Kenti: İstanbul” ve birinci kattaki “Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri” sergilerini de mutlaka görün derim. Sonra da bizim yaptığımız gibi İstiklal’de yürüyüp kendinize bir Beyoğlu çikolatası ikram ettiniz miydi… Değmeyin keyfinize…
Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER