ATİNA’YI YÂD EDERKEN
Şimdi düşününce, sanırım sever oldu bir yanım buraları. Sokak aralarında rastlayıverdiğim portakal ağaçları ve pembe zakkumlar gibi beni gülümseten anlarım var. İspanyol, Portekizli, Yunan, Fransız, Tunuslu, Cezayirli, Türk, koca bir ekip birlikte çalıştık, yedik, içtik, eğlendik ve tek ortak dil İngilizce’de anlaşmayı öğrendik. Bu da konuştuğumuz kişinin uyruğuna göre dinlemek demekti aslında. Aksi takdirde kimsenin İngilizce’sini anlamak mümkün değildi.
Farklı kültürlerden gelen bizler, farklılıklarımızdan sakınmadan ortak noktalarımızdan güç alarak çok iyi vakit geçirdik. Birlikte çıkılan akşam yemekleri, Yunanca bilmemenin getirdiği zorluklar, şakalaşmalar, espriler… Aklıma geliveriyor, gecenin bir yarısı Akropoli çevresinde bir yerlerde kaybolmamız gibi, hem komik hem yorgun günler.
Erkekler deseniz her yerde aynı galiba. Yön sormak için gittikleri kızlarla flörte kalkıp bizi bekleten, nerde olduğumuzu ve nereye gideceğimizi anlamadan, akılları beş karış havada, büyük sırıtışlarla gelip biraz daha dolanmamıza sebep olan avare çocuklar. Ama haklarını vermek lazım; Yunan kadınları yüksek tondan gürültülü konuşmaları ve albenili giyimleriyle dikkat çekiyor. Hangi milletten olursa olsun, ekipteki tüm erkeklerin, bu şehirde ne çok kadın varmış, demeleri boşuna mı?
Gecenin sonunda yolumuza çıkıveren salaş taverna hâlâ gözümün önünde. Mumlar, renkli ışıklar, yapma çiçekler ve şarap şişeleri. İki buzuki ve acıklı nağmelerle Yunan ezgileri… Nerdeyse ağlayacağım Ege’nin diğer yakasından.
Başka bir akşam, bir İtalyan restoranında lemoncello ve limon kolonyası esprileri. Ardından gittiğimiz gece kulübünde ‘60lar, ‘70ler ve ‘80lerin şarkılarında garip şekillere girerek kahkahalarla dans edişimiz.
Atina’da plaj boyunca sıralanan gece kulüpleri Glyfada bölgesinde yoğunlaşmıştı. Kulübün önü gerçekten kumsal. Bizim Boğaz manzaramız yok ama sahile vuran dalgaların beyaz köpüklerini seçebiliyorsunuz ayık kalabilmişseniz. Giriş ücretleri derseniz, Reina’sından Acrotiri’sine kadar bir çok mekanda fiks fiyat; hafta sonu 15 Euro. Müzik her yerde aynı şekilde; insanları coşturmak için gece yarısından sonra anadilde çalınan birkaç damar şarkının peşi sıra hit şarkılar patlatılıyor. Bayanlar masalarda, beyler dikizde. Ellerde kadehler. Bildik sahneler…
Bir tek fark var ki, mekânı terk edip yola çıktığında bir tramvay durağı karşılıyor seni. Toplu taşıma kullanmanın eziyet olduğu İstanbul’un tersine taksiye gerek kalmadan, sabahın beşinde bindiğin tramvayla şehrin öbür yakasından otele dönebiliyorsun yirmi dakikada.
Hey gidi günler hey, şimdi bile hatırımda, hiç uyuyamadan bir sonraki güne geçmeler, ertesi sabahlarda şekersiz buz gibi bir Frappe ile kendine gelmeye çalışmalar… Ne güzel günlerdi, diyorum kendime. Sanırım özlüyor bir yanım oraları.
Not: Bu yazı, deniz tuttuğu için motora binmekten deli gibi korkan, bu korkuyu unutturmak için yolculuk boyunca tüm hayat hikâyemi anlatıp lafa tuttuğum sevgili Cedric’e, ilginç fikirler bulmak için Pire sokaklarını arşınlayan düşünceli, temiz kalpli Hassanein’e ve onunla didişmesini seyretmeye bayıldığım Maria’ya, kendi işini kurma planlarını ilgiyle dinlediğimiz, yerinde duramayan hiper arkadaşımız “Yes Yes” Faouzi’ye, salsa hocası, sarışın kız fanatiği, kibar Portekizlimiz Sergio’ya ve arkadaşı harika dansçı Sandra’ya ithaf olunur. Sevgiyle kalın gençler.
Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER