Burada güneş bildiğin gibi doğmuyor, sesler anlamsız, dünya bile kendi etrafında dönemiyor. Kendini hep ölümsüz, hep genç kalacak sanıyor umarsız insanlar.
Betondan ormanlar, içinde yürümeye çalıştıkça daha fazla ürkütüyor.
Birbirine dokunmadan sevgililerin bedenlerini taşa çeviriyor gri duygular.
Yetişemediğim tek güç benden hızlı koşan biri zannederken, ışık hızıyla yaşanan heyecanların tozlu raflardaki haline acıyordum.
Kalabalıktaki yalnızlığına bakarken, elindeki bez bebek’e sarıldığın günkü saflığına benzeyen birini aradığını hissediyordum.
Beyaz atını, bencil hayalleri uğruna terk eden iki yüzlü prenslerin düşlerine girdiğini görünce bir damla yaş düştü gözümden.
Cennetin bu dünyada olmadığını görmen için basamaklardan düşerken yanında dursam da söylemedim. Acısına ne kadar dayanabileceğini bilmek istedim.
Küllerinden doğman için ilk ateşi ben yaktım da itiraf edemedim. Küle dönmeseydin,
yeniden doğmanın tadını nasıl çıkartırdın ?
Sabrındaki sınıra şahit olmasaydım, diğerlerinden farkını nasıl anlardım ?
Mucizeyi yüzünde okumasam, mutluluğun içime akan kırmızısını yaşayamazdım.
Yılların kenarından kopup giden günlerin ardından, tanıdığım onca gölgeden sonra
güneş batsa da geriye sen kalıyordun.
Binlerce koku arasından sadece seninki kalbimin duvarını sarıyordu.
Sesini duyuyor ama konuşamıyordum, dudağından çıkan buselerin sesi boynumda dolaşırken sadece sana teslim oluyordum.
Heyecanlı bedenim rüzgarla titreyen yapraklara dönüyordu. Çırpınsa da,
dalından kurtulamıyordu, belki vazgeçip orada kalmak istiyordu…
Damarımdan akan renk, adını koyamadığın hayatın rengine dönüyordu.
Ölümsüzlüğün mucizesiyle dünyayı sonsuza kadar dolaşsam da, benzerini bulamazdım.
Karanlık yollarındaki derin uçurumlardan her geçişimde, nabzındaki sesten güç alıyordum.
O yollardan binlerce kez de geçsem, izleri bir bir siliniyordu.Çünkü ben kalbime, kalbine çıkan yolun izini kazıdım…
Murat
MURAT DİNDE
YAZARA E-POSTA GÖNDER