İncecik ipin üzerinde dengede durmaya çalışırken, gözlerin sadece ulaşman gereken hedefi görüyordu.
Bakmanı istenenlere bakıyor, yapman istenenleri tekrarlıyordun hergün.
Yaşanacaklar bir ayet gibi, kaderine yazılmıştı sanki, isyanın sesi cehenneme çekmek isteyen kaderin gibi baştan çıkartıyordu seni.
Neslinin tükendiğini bildiğin halde o kafese girmek ne kadar canını acıtıyordu
kim bilir ?
Söylemek istediklerin ağzından dökülse de birbir, toprağın kirli yüzünü örtmek için
geç kalan yapraklar kadar anlamsız kalıyordu cümlelerin.
Farklı yaratıldığını aynalara söylemeni istemiyordum, sokağın diğer ucunda
tek rengi kırmızı bilenleri uyandırman, var olmanın sihirli güzelliğini kanlarına karıştırman gerekiyordu.
Ölümden sonraki sonsuz uykuya dalmadan, daha gözlerini burada kapatan o kadar çok insan vardıki…
Sadece ısınmak için güneşin doğmasını isteyen onlarca ruhsuza ışığı en baştan analtman gerekiyordu.
Vakitlerini doldurmak için yarattığı sebeplerle Tanrı bile yukarıdan gülüyordu.
Ellerindekilerle doymayı öğrenemeyen insanların, hırslarının çıkmazında kendilerini kaybettiği o küçük bencilliklerine acıyordu belkide.
Mutluluktu çoğunun aradığı, sinsi bir virüs gibi şekil değiştiriyordu,
kalp ona yaklaşmaya başlayınca.
Herşeyden ümidini kesenlerin son umudu, hayallerinin dizginlerinden sımsıkı tutmaya kalıyordu.
Ucunda dörtnala koşan dileklerine ancak kendi yarattıkları uçsuz bucaksız ama hiç birzaman gerçek olmayan bu dünyada ulaşabiliyorlardı.
Dokunduğunu anlamadan, kokusunu almadan yaşanan, sanal gerçekliğe gizlenen
garip bir mutluluktu bu.
Yaşanması gereken, rüyaların içinde dolaşan kısa hayaller miydi yoksa ?
MURAT DİNDE
YAZARA E-POSTA GÖNDER