Tam arkamı dönüp giderken bir kahkaha duydum o ve diğerleri yüzüme bakıyorlardı ve hiç sevmediğim o tanıdık gülümseme yayılmıştı yine yüzüne. Görmeye tahammül edemediğim; sahte mutlulukları haykırırcasına insanın yüzüne vuran anlamsız bakışlar bezenmişti gözlerine…
"Dur!" dedi.
"Dur, bekle!" diye ekledi.
Döndüğümde yalnızca biri oradaydı… En tahammül edilmez olanı, en acı vereni de buydu.
Üzerimde buz gibi bir tabaka vardı adeta ve üşüyordum.
Ellerimle; üzerimdeki battaniyemi aradım, bulamadım.
Yine düşürmüş olmalıyım.
Biliyorum, her zaman olduğu gibi…
Yattığı yerden kalkamayanlardan olduğumdan düşürdüm ve uykunun verdiği mahmurlukla bulamıyordum. Yoksa bu kadar üşümem için hiçbir neden yoktu. Ayaklarım buz kesmişti adeta.
"Oldum olası kalın giyinemem zaten." dedim içimden…
Boğar beni kalın giyinmek; nefes alamam. Kışın en soğuk günlerinde bile bir sonbahar havasına uygun giysiler vardır üzerimde hep. Gözlerimde sonbahar hüznü, elerimdeyse ilkbahar sıcaklığı vardı.
Tenim hiçbir zaman kardelen kadar beyaz olmadı, çocukken elimden geldiğince hatta saatlerce güneşin koynunda kavrulurdum.
Ve en çok sevdiğim balkondaki kiraz ağacının altındaki uykularımdı.
(Ağacın altında dediysem toprakta uyuma seferine eremedim henüz, hamakta kıvrılırdım.) Tekrar üşüyordum, kaz dağlarının ılık rüzgarı değildi tuzlu tenimde esen ve gözlerimi açtığımda gördüğüm de kiraz ağacı değildi… Yine karşımdaydı o yüz!
Yine aynı bakışlarıyla belki her zamankinden daha donuk. Yaklastıkça daha çok üşüyordum.
"Işığını ver, kaybolmak üzereyim karanlıkta, tut ellerimden, düşüyorum." diye fısıldıyordum.
Evet oluyordu, uğultu azalıyordu sanki…
Basit ve masum bir istekti, arkasında hiçbir beklenti olmayan… "Bırakma ellerimi…"
Biraz ısındım sanki… Ama hala oynatamıyordum bedenimi yerinden. Hala tam olarak dönemiyodrum ışığa… Daha çok yaklaş. Yanımda olduğunu bilmekten öte, hissetmem gerek. Yanımda olduğunu bilmesi gerek! Yoksa gitmeyecek hiçbir zaman…
Uyu benimle; sadece uyu. Belki sende sadece sarılıp uyumayı başarabilenlerdensindir… Hala biraz masum kalmışlardan…
Evet, evet biraz daha sıcak şimdi burası… Ve uğultu da gitgide kayboluyor karanlıkta!
Hafifçe aralayabiliyorum gözlerimi ve ince bir ışık huzmesi giriyor içeriye ama hala üşüyorum. Kıpırdayamıyorum…
Sesin çıkmıyor, uyuduğunu biliyorum. Nefesinin ılıklığını ve bunu hissetmenin güvenini içime çekiyorum.
Ellerim ellerini aramak istiyor ama kıpırdayamıyorum.
Bekliyorum, bekliyorum…
Ne kadar beklediğimi bilemiyorum ama o cılız ışık huzmesi daha kuvvetli artık. Bir tuhaflık var biliyorum çünkü; ben uyurken bile bırakmam ellerini.İşte o an her şeyi anlıyorum. Bu defa ben sımsıkı yumuyorum gözlerimi ve üşümeyi diliyorum, hem de hiç üşümediğim kadar… Çünkü biliyorum, üşüdüğümde geleceksin. Zaten başka türlü gelmez ve sarılmazsın bana…
İstemedende olsa gözlerimi açıyorum ve ışığın aralık kalmış perdeden giren günün ilk yansıması olduğunu fark ediyorum ve ben yine bir kabusun ardında uzak bir hayali beklediğim gecenin sabahına uyanıyorum.
Yorgun hissediyorum.
Yine de usanmadan bekleyeceğimi biliyorum.
Bu gece yine o soğukluğu; sadece kahkahanı duymak için bekleyeceğim .Yeter ki, yeter ki sen gel.
Kabusum olacak olsan da…
ÇİSEM SOYLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER