Eğlenceli bir kâbusun ortasında gelen joker gibiydi. Uçurumdan düşmek üzereyken elimden tutan, ateşlere koşarken üfleyip söndüren, yükseklerden sulara dalarken kurtaran... Oysa ben kurtulmak istememiştim; uçurumdan düşüp rüzgârı hissetmek, ateşin sıcağında ısınmak ve suyun en derininde maviye boyanmak istemiştim. Boyanamadım mavilere, renklerim soluk kaldı. Oysa saçlarım kırmızı, sular mavi, ahenkle sevişebilirdik biz seninle. Bilinen sevişmelerden olmazdı dokunuşlarımız, bir yakınlaşıp bir uzaklaşır, heyecanlanırdık. Tam sıkılacakken birbirimizden aramıza biraz yeşil sokar, derin nefesler alır susardık. Sonra yine çığlık çığlığa sever, yine çığlık çığlığa sevişirdik, daha bir mavi olurduk her nefeste. Tam özlemişken birbirimizi biraz daha uzaklaşır biraz daha özlerdik son demlerde. Sonra bir daha yakınlaşır, bir daha sevişirdik.
Tenin tene değmesinden ibaret olmazdı sevişmelerimiz. Gözlerimiz değerdi göz bebeklerimize, büyüdükçe büyürdük bir olup, devleşirdik elbet.Başka başka şehirlerde, apayrı tarihlerde senle benden çıkıp bize boğulurduk elbet. Ne geçmişi tüketirdik ne de yarınların korkusuna dalardık. O an olurdu takıldığımız, gelecekte yalnız o anlardan ibaret. Gözlerimde bir derin su, gözlerinde bir karanlık. Yeterince karanlıksın aydınlığımı görebilmek için, biliyorum. Karanlığına gömülmek güzel, sen aydınlandıkça bir kararıyor bir aydınlanıyorum. Dünya gözüyle görmek dedikleri seni sevmek, her anından taşarak aşka gelmek.
Bir bilinmeze doğru sürüklenmekse en güzeli, hiç bilmeden tanımadan yollara düşmek. Sokakları her bir adımda binlerce kez kabullenmek. Her köşe başında bir kez daha uzanmak ve her dönemeçte yeni bir sürprizle karşılaşmak. Nedenleri niçinleri bir kenara bırakmanın huzuruyla dolup dolup taşmak. Kimi zaman susmak saatlerce himi zaman bir an bile durmadan anlatmak. Dur durak bilmeden gülmek, kahkahalarla gülmek. Arada bir korkardık elbet. Acabalar dizilirdi ardı ardına, cevapsız sorulara boğulur bir derin nefesle hepsini unuturduk. Vurdum duymazlığın en şahanesinden bencilliğin dibine düşerdik, yine de mutlu olurduk. Anlaşılması güç cümleler kuran, kendimizce, dilimiz döndüğünce anlatır arınırdık. Arındıkça hafifler mutluluğa bulaşır ağırlaşırdık. Sevişirdik bazen, en başarılı deliliklerimize övgüyle, en sevdiğimiz melodinin eşliğinde.
Daima göğsünde dalardım uykuya, ritmik olurdu nefesinin eşliğinde, eğlenceli bir kâbusa yol alırdım belki... Öğrenirdin sende en tatlı anlarda kımrdayıp büyüyü bozmamayı. Dolu dizgin devam ederdi uykularımız, ben arada sırtımı döndükçe sen daha sıkı sarılırdın, üşüdüğümü bildiğinden daha sıkı sarılırdın hiç bıkmadan, bana bulanmak olurdu tek niyetin...
Bir cam şişenin içine düşen kelebek gibiydi düşlerimizin avuntuları. Ömrünün son gününde yaşamaya elleriyle son veren, kendi arzusuyla serin bir sona giden...
Böyle bir doygunluğun ardından bir vurgun yerdik elbet ama gülümseyerek ölürdü apayrı yollarda.Ateş böcekleri çalardı cenaze marşımızı, yorgun birer ruh olup yükselirdik göğe. Hayat oradan sonra mı başlardı o an mı son bulurdu bilmem. Ama biz en hesapsız, en alelade hayatı tüketmiş olurduk sonuna kadar, tükenmişliğin verdiği mutlulukla ayrılırdık buralardan, merhaba mavi gökyüzü! Merhaba mavinin bilinmeyen tonları, rüzgârın en haylaz hali, güneşin en aydınlık ışığı!
ÇİSEM SOYLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER