Günler su gibi akıp gidiyordu, her gün birbirinin tekrarıydı. Ta ki bir gün okulda Nigah’ın beş senedir okuttuğu ve bütün çocuklardan ayrı bir yere koyduğu Emrah, ders çıkışında ağlamaklı ve telaşlı bir halde Nigah’ın yanına gelene kadar. Çok akıllı ve iyi huylu bir çocuktu, bir o kadar da hassas ve kırılgandı. Nigah normalde öğrencileri arasında ayrım yapmazdı ama Emrah’ı birisi üzecek olursa kendini tutamayıp hemen müdahale ederdi. Emrah da bunun farkındaydı ve öğretmenine hem saygı duyar hem de çok severdi.
-N’oldu Emrah?
-Öğretmenim, bu akşam bizim eve gelir misiniz?
-Neden, ne yapacağım sizde?
-Annem, sizinle konuşmak için okula gelecekti ama babam duydu, çok kızdı ona, izin
vermedi. Mutlaka gelmelisiniz öğretmenim, lütfen.
-Baban, evde beni görürse daha çok kızmaz mı annene?
-Size bir şey diyemez, lütfen öğretmenim.
-Ne konuşacaktı annen benimle?
-Babam, ablamı evlendirecek. Annem, babamla konuşursanız siz onu ikna edersiniz diye
sizinle konuşmak istiyor.
-Peki Emrah, hadi al çantanı gidelim sizin eve. Kaçta geliyor baban eve?
-Kahvededir. Çağırırım babamı, sizi eve bırakınca.
Emrah, Mamak’ta bir gecekondu mahallesinde oturuyordu. Annesi, kapının önündeki duvara oturmuş, onları bekliyordu. Allah razı olsun sizden diyerek karşıladı Nigah’ı ve içeri aldı.
Emrah, öğretmenini eve bıraktıktan sonra babasını çağırmaya gitti.
Adam eve girdiğinde burnundan soluyordu. Körkütük sarhoştu, kendisinde değildi. Önce annenin üzerine yürüdü ve kadını hırpalamaya başladı. Nigah, kadını korumak için araya girince de onu omuzlarından tutup; sen kim oluyorsun da benim işime karışıyorsun, evime geliyorsun orospu! diye bağırıp, Nigah’ı duvara doğru itti.
Çıldırmış gibiydi ve hıncını alamıyordu. Duvarın kenarında büzülüp kalan Nigah’ı, kaldırdı ve kenardaki sedirin üzerine attı. Adam üzerine çullanmış, yakasını yırtmaya çalışıyordu. Nigah debelendikçe de tokatlıyordu. Emrah, akıllılık etmiş, evden fırlayıp, yan komşunun kapısını yumruklayıp, bağırarak yardım istemeye gitmişti. Patırtıyı duyan komşular, eve koşup adamın elinden zorla aldılar Nigah’ı.
Nigah kaskatı kesilmişti. Konuşamıyor, hareket edemiyordu. Külçe gibiydi. Azıcık kendine gelir gibi olduğunda alıp onu evine götürdüler. Eve gittiğinde annesi meraktan ölmek üzereydi. Hele bir de kızını o hırpalanmış haliyle görünce bahtına, hayata, Allah’a isyan ederek, dizlerini dövmeye başladı. Nigah konuşmuyor, gözlerini bir noktaya dikmiş, öylece duruyordu.
Annesi günlerce elleriyle yedirdi, yıkadı, giydirdi kızını, sadece söyleneni yapıyordu, hala tek kelime etmiş değildi. Halime’nin çok güvendiği, gündeliğe gittiği bir evin hanımı, kızını mutlaka psikoloğa götürmesini söyledi. Tanıdığı birisinin telefon numarasını verdi, para işini de düşünme, çok yakın dostumdur, hallederim ben, deyince Halime hemen ertesi gün randevu alıp kızını götürdü doktora.
Aylarca süren tedavinin sonunda Nigah kendisine gelmişti. Tedavi sırasında, çocukken yaşadığı ve başına gelen olayla yeniden tetiklenen bir travma açığa çıkmıştı.
Halime, çocukken gözünden bile sakındığı kızının, yan komşunun oğlu tarafından taciz edildiğini öğrendiğinde dünyası başına yıkıldı. Nigah, tacize uğrayan her çocuk gibi kendini suçlamış, utanmış ve kimseye anlatamamıştı derdini. Bu işkence oğlan askere gidene kadar 3-4 yıl sürmüştü. Sonra kaza geçirmişler ve ana kız başka bir eve taşınmışlardı. O gün, öğrencisinin evinde başına gelenler, yıllardır bastırdığı öfkeyi, utancı açığa çıkarmış ve Nigah kendini korumaya almak için dış dünyayla ilişkisini kesmiş, bir nevi şalteri kapatmıştı.
Doktoru, Nigah’ın yeniden okula dönebileceğini, çalışmanın hayata yeniden adapte olması için çok faydalı olacağını söyledi ve o da eski okuluna geri döndü. Böylece yeniden hayatları normal seyrine döndü ve yaşam akıp gitmeye devam etti.
Nigah, sık sık kabuslar görüyordu ama bunun dışında her şey yolundaydı. Ama Halime’nin içi rahat değildi; ben ölüp gittiğimde bu kız yalnız kalacak, o bana ortak oldu, ya ona kim ortak olacak hayatta, diye dertlenip duruyordu.
Sonra ne derse desin, olacakla öleceğe çare bulunmadığını hatırlıyordu. Allahım artık yüzümüz gülsün, başka ne isterim ben senden, diye durmadan Allah’a yalvarıyordu.
Hayat, bazılarını sınayıp, ne kadar dayanıklı olduklarını gördükten sonra onları ödüllendirirdi. Başlarına gelen tüm badireleri atlatmışlardı, artık onların da ödüllendirilme vakti gelmemiş miydi?
ASLISIN
YAZARA E-POSTA GÖNDER