HAYDİ BUYURUN DOST MECLİSİNE…
Aslında buyur ettiğim yer benim hayatımın ve yüreğimin en derinine dost meclisim. Birçoğunun bilmediği, anlayamadığı acı ama belki de yaşayamadığı…
İnsan yaşamı boyunca kaç dost edinir? Bilirmisiniz dost gelip kendi çabası ile oturur o tahta. Çünkü dost olabilmek çaba gerektirir, gerektiğinde kendini hiçe sayarak öne atılmayı da. Karşılığı yoktur, karşılıklı karşılık beklenmez çünkü.
Ve alışverişin tek taraflı olduğu, pazarlığa yer olmayan, paranın geçmediği…
Canım Mevlana “ Kim olursan gel “ …. Dememişmi yüzyıllar önce. Günün sonunda geriye dönüp o yıllara bakınca bu kadar kisveye önem, hırs, iktidar mücadelesi varmıydı o zamanlar sorusu kemiriyor insanı. Bugünlere kavuşan bizler sırf bu yüzden mi hayatlarımızı ve yüreklerimizi açmaya çekinir olduk?
Pek çok arkadaş, pek çok tanıdık var, hayatımıza dokunan, teğet geçen. Ama dost öylemi o kiracı değildir, ev sahibidir ve evin demirbaş eşyasıdır.
“Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş … “ der Baki;
Herşeyin gelip geçici olduğu bu fani dünyada, bireyin kendisini hatırlatacak, iyi bir şekilde anılmasını sağlayacak işler yapmış olmaktan başka geride bir miras asıl bırakmanın önemine ve bunun dışında herşeyin zaman içinde yok olup gideceğine vurgu yapan bir şiirdir.
Şimdi ben ise, bu şiirden sadece “Seda” olan kısmını alıp, benim dost meclisimden birkaç kelam etmek istiyorum.
Hakikaten insan yaşamı boyunca kaç dost edinir?
Sağ elin parmakları kadar mı ?
Kişiye ve yaşanmışlara göre değişir ya muhakkak,
İşte diyeceklerim odur ki;
Yaklaşık yirmi yıllık bir dostluk, kardeşlik bizimkisi.
Baskı kurmadan, anlayışla, kimsenin bilmediği ve de bilemeyeceği her şeyi paylaşmak, çözüm bulmak için günlerce gecelerce hangimizin sorunu ise masaya yatırıp en iyi yolu bulabilmek, gülmek ama gözlerden yaş gelene kadar, sadece bizim anladığımız saçma sapan sıfatlar bulmak, hayatın içinde mutlak olan acıları ve kayıpları yaşamak ki sonrasında nasıl ayakta durabileceğimizi öğrenmek, sabahlara kadar dans etmek, çatlayana kadar yemek yemek, annelerimize, lord babaya, teyzelere, ablama şımarıklık yapıp hemen hemen her istediğimizi yaptırmak, en yakın arkadaş olarak onları seçmekle bu şımarıklıklarımızı tolere etmek, her sevdaya yakalandığımızda sanki üçlü yaşıyormuşcasına mutlu olup tabi ki acı da çekmek, gidenlerin ardından dibe vurmamak için oh be biz yine yanyanız ya onların kaybı deyip gülebilmek, duvar örmek başkalarından gelebilicek olası tehlikelere karşı, temkinli olmak, zaman zaman kendi iç dünyamıza yaptığımız yolculuklarda yalnız kalmamız gerektiğini bilip durup beklemek, en yakın arkadaşımız evlenirken kendi düğünümüz gibi heyecan duyabilmek…
Yazdıkça yazıyor parmaklarım, eksik kalmasın istiyorum ama
Nereye kadar ???
Bunu birtek sen anlarsın ya dostum, bak yazarken dolu dolu olmuş gözlerime rağmen yine gülüyorum. Çok şükür…
Dostluk her şeye rağmen gülebilmek idi.
Dostluk kan bağı olmasa da yürekden sırma iplerle örülmüş bir o kadar da urgan kadar sağlam o bağ idi.
Senin deyimin ile her şeyi dibine kadar yaşamak da idi.
Şimdi ben 2010 yılına girerken, uzun zamandır senle, bizle ilgili bir şeyler yazmayı düşünüp kaleme alamamışken, istedim ki bu yılın ilk yazısı dostluk için olsun.
Yıllar içinde neler gelip neler gidiyor, bazen tebessümle bazen gözyaşları ile el sallarken gidenlere, bir tek dostluk kalıyor. Çok şükür.
Ve ,
Kendime göre, nazicane, kendi kendime izin alarak da dostluk yazısının son satırlarını dostluk adına, tarihe yazıyorum.
“Baki kalan bu yürek kubbede hep SEDA var imiş …”
Sevinç ÇAKMAZ
4 Ocak 2010
sevinc@cosmoturk.com
SEVİNÇ ÇAKMAZ
YAZARA E-POSTA GÖNDER