KADINLARIN YAKASINDAN DÜŞÜN ARTIK
Özellikle ülkemizde kadın olmak zor iş. Doğduğu andan itibaren bir savaşın içine giriyor kadın. Kırsal kesimde, şanssızlığın diğer adı “kız.” Sözün bittiği ve sessizliğin çöktüğü yerde “kız doğdu” denilmesinin bir nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum.
Son günlerde medya da tecavüz olaylarından geçilmiyor. Küçük kızlara tecavüz ediliyor, istemedikleri kişilerle rızaları alınmadan evlendiriliyor, dayak yiyor, eziyet çekiyor, üzerine kuma getiriliyor ve canına ‘tak’ diyince evden kaçıyor.
Tutunacak bir dal ararken, bir kadın satıcısının eline düşüyor. Bunu duyan ailenin erkekleri namuslarını temizlemek için kızın peşine düşüyorlar (Dikkatinizi çekerim. Onu satan adamın değil) ve yakaladıkları yerde, canına kıyıp, sözüm ona namuslarını temizliyorlar ve bu felaket zinciri uzayıp gidiyor. (Türk filmi gibi oldu ama, filmler de hayattan alınmıyor mu?)
Peki, bu kızlarımızı nasıl koruyacağız? Bu durumu kader olmaktan nasıl çıkaracağız? Onların bu durumlarını lehlerine çevirmek için bir şansları yok mu?
Hep ‘eğitim’ diyoruz ama, eğitimi engellemek içinde elimizden geleni yapıyoruz, 14 yaşında evlendirilen bir kızın eğitim şansı otomatik olarak elinden alınmıyor mu? Giderek küçücük yaşta evlenen kızlardan oluşan bir ‘çocuk anneler ordusu’ oluşuyor.
Kendisi çocuk olan bir anneden nasıl iyi bir çocuk yetiştirmesini bekleyebiliriz?
Kadınların sorunlarını çözmenin ve onları korunmanın tek yolu, onlar lehine çıkarılacak ve eksiksiz uygulanacak yasalar olmalı.
Hepimiz konuştuğumuzda bunu onaylıyoruz ama gerçekler hiç de böyle değil.
Yasa koyucuların büyük bir çoğunluğu erkeklerden oluştuğu için, bu yasalar ne zaman kadın lehine bir gelişme gösterse, hemen ardından bunları yok edecek veya erkeklerin işlerini kolaylaştıracak hükümler eklenmeye çalışılıyor.
Örneğin; daha önce zina suçtu ama bunu suç kapsamından çıkardılar. Böylece zinanın sıradan bir olay olduğu gerçeği topluma yerleşti ve ‘vicdan’ ve ‘ar’ duygusundan uzak olan erkekler rahatça eşini aldatabiliyor. Metres tutabiliyor, hatta maddi olanakları olanların birkaç metresi bile var. (Dini bütün olanlar imam nikahı kıyıyor.)
Eşi bunu duyunca ne yapacak? Yasal bir işlem de yapamaz. Ya eline tabanca alıp onları vuracak! ya da sineye çekecek. Olmadı bu durumun kadına sağladığı tek avantaj bunu kanıtlayınca hemen boşanacak. Bu kadına avantaj gibi görünse de aslında yıllanmış evliliklerden bıkan erkeğin ekmeğine yağ sürüyor. Birkaç kuruş verip kolayca kurtuluyor bu evlilikten. Ama hiç kimsenin bu rahatlığın, ahlakın çöküşüne, aile birliğini dinamitlediğine aldırdığı yok!...
On sekiz yaşından küçük kızlara cinsel tacizde bulunmanın cezası artırılmıştı. Bu kadınların lehine bir gelişme diye sevindik ama sevincimiz kursağımızda kaldı.
Şimdi yeni bir düzenlemeyle 14 yaşın üzerinde bir kıza tecavüz etmenin cezası indirilmeye çalışılıyor ve bununla da kalmayıp evlilik yaşı 14’e indirilip, bu yaşta bir kıza ki, (bu daha çocuktur) tecavüz eden kimse bununla evlenirse cezadan kurtuluyor.
Bu nasıl bir zihniyettir. Rızası dışında 14 yaşında bir çocuğa tecavüz edeceksiniz ve bununla evlenip bu cezadan siz kurtulurken o çocuğu ömür boyu istemediği, sevmediği, hatta nefret ettiği bir insanla yaşamaya ve her gün tecavüze uğramasına kanunen izin vereceksiniz.
Akıl alır gibi değil.
Bu ne vicdana ne insanlığa ne toplum vicdanına uyan bir davranıştır. Buna ‘barbarlık’ demek bile az. Bu taslağı hazırlayanlara sormak istiyorum.”Sizin kız çocuklarınız yok mu?” “Sizin kız kardeşleriniz yok mu?” “Sizin kız torunlarınız yok mu?”
Bir gün bu olayın sizin bir yakınınızın başına gelme ihtimalini hiç mi düşünmüyorsunuz? O zaman altına imza attığınız bu taslak kanunlaşırsa vicdanınız hiç mi sızlamayacak?
Tek umudum. Böyle bir kanun taslağın gerçekte var olmaması ve böyle bir şey düşünülüyor ise, bunun hemen gündemden kaldırılması. Aksi halde buna onay verenlerin kadının ipini çeken cellattan hiçbir farkları olmadığını düşüneceğim.
* * * * *
Geçenlerde yapımcı ve sunucu sevgili Nur Onur değerli yönetmen Halit Refik’in “Köpekler Adası” adlı filmini “Sosyal Sorumluluk Projesi” kapsamında Beyoğlu Sineması’nda gösterime sunarak, bize de seyretme fırsatını verdi.
Bu filmde, insanın kötülüklerinden, vicdansızlıklarından, nankörlüklerinden, çıkar ilişkilerinden yılıp bir dolu köpekle ıssız bir adada yaşamayı seçen, eski ve ünlü bir ses sanatçısının yaşamını anlatıyordu. Zevkle seyrettik.
Yukarıda sözünü ettiğim konuları düşününce hiç de akla uzak gelmiyor. Bizler adalara kaçsak ve ovaları, meydanları bunlara mı bıraksak acaba!....
Elbette şaka!...
Kadınlar için, onların daha iyi yaşamaları için, onların hakları hukuklarını korumak için sonuna kadar savaşacağız.
Tekrar buluşuncaya kadar sevgiyle kalın.
Özcan Kandemir
o.kandemir@superonline.com
ÖZCAN KANDEMİR
YAZARA E-POSTA GÖNDER