Zaman bu kadar hızlı geçmese, ne çok yaşam sığdırılır bu hayata. Ne çok renk boyanır tuvale, haberin var mı… (Nilhan Fidan)
Güneşle birlikte uyanılan sabahlar oldu ve havalar güzelleşince başlayan balkon sefaları. Begonyalar, lavantalar, sardunyalar ve ortancalar. Pembeler, beyazlar, turuncu ve sarılar, bir de eflatunlar…
Zaman bu kadar hızlı geçmeseydi akşamsefaları da olurdu da gün batınca çiçekler bile yok oldu. Düşe gelen söze de gelebilse, ne kitaplar yazar ne sevdalar yaşardık biz. İmza günlerimizde hayranlarımız kuyruk olurdu. E-posta icat olmayaydı mektup da yazarlardı da biz mavi mürekkepli kalemle cevap verirdik her birine. Çeşit çeşit pullar alır, renkli zarflar seçerdik kartpostallarımıza.
Bulutlar bu kadar çok karartmayaydı göğü, denize açılmaktan korkmazdık. Kış gelince sobada kestane pişirmeye bayılırdık. Dalgalardan kaçmaz, suyun soğuğunu hissetmezdik bile biz. Kuzey yıldızını izlerken yönümüzü şaşırmazdık. Tanımadığımız kuş sesleriyle rüzgârın yönünü anlar, ağaç gövdelerine baş harflerimizi kazırdık en fazla.
Ama bulutlar vardı ve dalga seslerine karışan rüzgârın uğultusu. Yıldırımlar düşen yağmurlu gecelerde fitilli gaz lambalarının titrek ışığında kitap okurdum. Senin de renkli camdan bibloların olurdu, onlarla oynar şarkı söylerdin.
Gözlerimize bakınca anladım; ikimiz de çocuk kalmışız bu şehr-i divanede. Yaşımız büyümüş, aklımızsa hala karışık. Emin olunmayanlara sarılıp daha bir yaşında öğrendiğimiz adım atmayı unutmuşuz biz. Bir adım atsak tüm evrenin değişeceğini hissetmiş; ama önce sağa sonra sola bakıp yolun ortasında kalakalmışız.
Yatmadan önce çıkacak masal saatini beklemişiz de her gece, uykuya dalmak o yüzden zorlaşmış. Gördüğümüz rüyalara yabancılar girmiş; çığlıklarla, kan ter içinde kalkılan korkular bizi bizden esir almış.
Bir varmış, bir yokmuş. Geçmiş zaman bugün olmuş. Her an da bu an.
Geçmişi seven bir kadının şimdiye el sallaması gibi. İnanması güç bir destanı baştan yazmak gibi.
Öyle harika bir hayalle büyümek var şimdi. Okul servisine yetişmek için acele eden küçük kızımızın alnından öpmek gibi. Bir tren istasyonunda, aylar gibi gelen birkaç günlük yolculuktan sonra senin gelişini içim kıpır kıpır beklemek gibi.
Oysa camdan görebildiğimiz adaya gitmek bile zor şimdi bize, havalar ısınıp hafta sonları herkes şehirhatları vapurlarına doluşunca.
Zaman bu kadar hızlı geçmese, ne çok yaşam sığdırılır bu hayata. Ne çok renk boyanır tuvale, haberin var mı…
Hayat zor şimdi bize, erguvanlar ve begonviller de azalınca.