Bir tablo asmış adam duvarına, kocaaaman bir tablo. Mutluluğun resmi koymuş ismini: "Happy..."
Sımsıkı sarıldığı bir varlıkmış mutluluk; nehir kıyısında, bir gemi yolculuğunda.
Bu resmi salondaki uzun duvarın tam ortasına asmış; evinin çatısına, uzaktan bile görünebilmesi için dünyanın en yüksek noktasına... Bu resim henüz yazmadığı kitabının kapağı olmuş, resmi evdeki bütün çerçevelere yerleştirmiş, o da yetmezmiş gibi duvar kâğıdı yapmış.
Son gördüğüme göre epey yaşlanmış adam, saçları uzamış ve ağarmış, yüzü çökmüş. Yüzünde geçmişi hiç mi hiç anımsatmayan yıllanmış bir gülümseme. Hayatı devirmiş de artık tüm hıncı kahrı sıkıntısı geçmiş gibi bakmış.
Bir film çekmiş, tüm televizyon kanallarına göndermiş adam. Reklamsız non-stop izlettirsinler diye paralar yağdırmış. Geçmişte yaralayıp uzaklaştığı herkes, hatta adım adım uzaklaştığı kendisi de bu filmi izleyip onu tebrik etsin istemiş. Tebrikler, ne kadar mutlusunuz, desinler istemiş.
Bir yaşamı devirmek, bir başka yaşama geçmek mümkünmüş mümkün olmasına da yaralar kapansa da izleri baki; acılar unutulsa da hatıraları derinmiş.
Nesiller boyu süren bir yükü taşımaktaysa bu dünya, yağmur yağdıkça ıslanır; su birikintilerine bastıkça çocuklaşırmışız.
Akşamları balık çorbası pişerken evin beyinin gelmesi beklenilen, çocukları anne babalarına baş kaldıran ve hanımları nakış işleyen pencerelerde hep o gök gürültülü yağmurlara hayretle bakılırmış. Yağmur durduğunda ise içeri süzülen ıslak toprak ve çimen kokusu olurmuş kimi zaman boğaz yakacak kadar mayhoş ve serin.
Tüm mesafeli sohbetlerde anneler oğullarına, eşler birbirlerine dokunmaya çalışır; ancak bir kısmında buna imkân bulabilirlermiş. Yağmurluklar çıkarılıp şemsiyeler kurumaya bırakıldığında ise dünyanın tüm sesleri evin içinde alabora olurmuş.
Yıllarca birbirine eklenip çoğalıp büyüyen anılar, karton kutularda, eski evrak dosyalarında ve çantalarda hapsedilir; kim bilir hangi gün hangi yabancı el tarafından açılıp etrafa saçılırmış. İki nesil sonra bile bakana çok az şey ifade edebilen ufak tefek parçalar. Yaşam içinde sürüklenen oyuncaklarımız...
Şu an mutlu bir tablo, adamın verdiği ismiyle mutluluğun resmi.
Yarın, bambaşka bir resim ya da boş bir çerçeve.
Bugün, bende kırık dökük birkaç serzeniş.
Yarın, unutulmuş bir söz.
Zamanın çizgiler bıraktığı bir yüz gibi. On beş yıl içinde bambaşka bir yüz oluşun gibi…
Ya da geçtiğimiz hafta Devlet Tiyatroları'nda izlediğim Yağmur Durduğunda adlı oyunda karakterlerin hayatlarının farklı anları ve anıları arasında gezintileri gibi. Bu sarsıcı oyunda her karakterin birbirine nasıl bağlı hayatlar doğurduğuna ve aralarındaki hüzünlü ilişkiler yumağına şahit olurken gözlerimin dolması gibi…
Oyun sırasında sıkça duyduğum Bob Dylan'dan “The Man in Me”yi şu an tekrar dinleyerek tüm serzenişlerimi önüme koyuyor, hepsini evire çevire düşünüyorum. Boşlukta sessiz bir renk bırakacak anılar hepsi. Çok uzun yıllar sonra, artık ben burada olmadığımda anılacaksa olsa olsa mutluluğun ve hüznün resmi.
Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER