“Biz böyleyiz güzel arkadaşım. Biz erkekler öyle adi ve zayıf varlıklar olabiliyoruz ki bazen sığınacak liman kalmayınca geçici bir zaman için küçük bir koya sığınırız. O koyu biz küçük zannederiz; o koyun arkasında alıştığımızdan, bildiğimizi sandığımızdan çooookk daha büyük ve de hakikaten içinde yaşamaya değer bir dünya vardır. Ama biz öküzüzdür, göremeyiz... Yani bazılarımız. Belki de ben, birkaç sene önce belki...”
Ben demiyorum, çok samimi bir arkadaşımın sözleri bunlar. Bundan dört sene önce bir akşam Moda Kırıntı’da bir anda döküldü bu sözler. Her ne kadar bir yağmadan çıkmış da olsam ilk başta yediremedim kendime bu sözleri, kendimi o bahsedilen küçük koyun yerine koyamadım. Sonra gerçeklik payı gördüm, hak verdim. Ama bir yandan da züğürt tesellisi gibi geldi, biraz daha iyi hissetmem için arkadaşımın kendi hemcinslerine sataştığını düşündüm.
Aradan geçen dört yılda ben bu şekilde kaç sığınılacak liman hikâyesi duydum, gördüm, yaşadım bilmiyorum. Genelleme tabii bu cümleler; hayat herkesi bu yollardan geçirmeyebiliyor. Yine de hayatıma giren ve çevremde gördüğüm örneklerden sonra bu cümleler hiç de yalan durmuyor.
Bu sözlerden hareketle, şahsen erkeklerin böyle bir kaçış yolu aradığı için adi, zayıf varlıklar olduğuna katılmıyorum. Gerçek şu ki erkekler kadar kadınlar da canları istediğinde bu oyunu gayet güzel oynuyorlar. Yedek hatun yazısında da benzer durumları yazmıştım. Bazen açıldıkları okyanusta alabora olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar ve ulaşmak istedikleri limandan o kadar uzak oluyorlar ki, buldukları ilk koya sığınmaktan başka çıkar yol kalmıyor. Ama o koyda ne kadar süre kalıp koydan neler götürdükleri önemli. Bunu bir aldatmacaya çevirmek o kadar kolay ki. Alaboradan kaçtığını değil de onu seçtiğini söylemek gibi mesela. Onu şöyle beğendiğini, onu böyle düşündüğünü… Övgüler düzmek o kadar basit ki. Birinin gönlünü çalmak hem de başından beri sonu olmadığını ve ona karşı hiçbir şey hissetmediğini bile bile. Bazıları için bir oyun belki bu, kendini tatmin. Zavallı bir oyun. Ve bunun için bir insanı kullanmak, onun duygularını alt üst etmek uğruna, hayatına girip istediği zaman demir almak… İşte bence asıl adilik bu.
Düpedüz kurgu çünkü bu, düpedüz yalan. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde nerede olursa olsun, bir eksiği bir hiçle geçiştirmek, fizyolojik ya da sosyal güdülerin peşinden giderek zaten birlikte mutlu olmadığı birine serenatlar söylemek kadar hem kendini hem karşısındakini küçük düşürücü bir şey var mı?
Herkesin istediği şey farklı olabilir hayatta. Sevmek, sevilmek, güzel tabii; ama her zaman karşılıklı olması da şart değil. Liman olmak meselesi de değil aslında bu. Bir bakarız minik bir koy açmışız bir dağın eteğinde, bir bakarız sadece bir kara parçasıyız gözlerden uzakta. Önemli olan aslına sahip çıkmak, karşındakine saygı göstermek. Bazen monopolide bir hedeften öteye gitmiyor insanoğlu, ne kadar kazanırsam kârdır denilen bir oyunda her şeyi kendi malıymış gibi kullanmaya olan merakla bozguna uğruyor insanlar. Buna sevgi, ilgi ve aşk da dahil elbet. İşte bu paragöz oyunda, asıl korkuncu, insanların bencillikleriyle ve kazanma kaprisleriyle çevrelerindeki herkesi hiçe saymaları. Tüm kara parçalarını yerle bir etmek ve tüm canlıları yok etmek pahasına.
Nilhan Fidan
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER