Berlin’deki ilk günümüzde Kıta Avrupa’sının en büyük alışveriş merkezi ünvanı ile anılan KaDeWe’ye (http://www.kadewe.de/en) gitmeden duramadık tabii. Şahsen alışveriş modunda değilken hiçbir şekilde bir ürünü beğenip alması mümkün olmayan biri olarak KaDeWe’de pek fazla duramadım, kendimi sokaklara attım. Yine de anmadan geçmeyelim; Pazar günleri dışında her gün açık.
KaDeWe’nin de bulunduğu Wittenbergplatz metro istasyonundan sonraki ilk durağımız, sabahki otobüs turu sırasında gördüğümüz en cıvıl cıvıl yılbaşı panayırının bulunduğu Potsdamer Platz’dı. Almanya’ya biraz daha geç gelsek, tüm yılbaşı süsleriyle, atlıkarıncalarıyla, oyunlarıyla şehrin birçok yerinde bulabileceğimiz onlarca panayır olacaktı eminim. Ama daha Aralık gelmemişken buna da şükür diyip buradaki Weihnachtsmarkt’ta şöyle bir dolandık. Kızarmış patatesler, sosisliler, sıcak şarap, kavrulmuş bademler, çikolatalar, atlıkarınca ve olmazsa olmaz yılbaşı ağacı…
Akşam yemeğimizi yiyeceğimiz restoranda rezervasyonu bir hafta önceden İstanbul’dan yapmıştık. Alman mutfağı için iyi tavsiye almış olan Restaurant Luther & Wagner’in (http://www.l-w-berlin.de/) birçok yerde şubesi var. Hatta Potsdamer Platz’da yürürken birine denk de geldik. Acaba burası mı diye içeri girip sorduk ama bizim gideceğimiz yer Charlottenstraße 56 numaradaymış.
Otelden çağırdığımız taksinin şoförü Türk çıkınca dil problemi yaşamadan Almanya’da gezmenin keyfini sürdük; ama yemekten sonra eğlenmeye nereye gidelim diye sorduğumuzda şoförümüz “nasıl bir yer istersiniz, türkü bar gibi mi” diyince küçük bir sessizlik yaşadık. Üniversite öğrencilerinin gittiği gibi bir yer mesela, dedik demesine; ama ilk türkü gecemizi Berlin’de gerçekleştirme şansımızı da kaçırmış olduk.
Luther & Wagner’e gelince, yemekleri güzel, iç dekorasyonu dikkat çekici bir restoran. Keçi peynirli başlangıç bizi bizden alırken hiç gelmeyen bir adet ravyolimiz ve masaya oturduğumuz ilk andan beri yıldızlarımız barışmak şöyle dursun adeta çarpışan garsonumuzla gecenin rengi değiştirdi, mekân bir anda kara listemize 1 numaradan giriş yaptı. Bizim gibi iyi hizmet konusunda hassas bir dörtlüyü çileden çıkarabilecek özensizlik ve kaba-izme bir de restoran müdürünün “hesabınızı kesiyim gidin o zaman” çıkışı ile garsonumuzun Almanca anlamadığımızı düşünerek müdüre verdiği yalan ifadeler eklenince… iş çığırından çıktı. Garsonla müdürün Almanca konuşmalarını “nein” diye kesip konuşmaya Almanca müdahale olan arkadaşımız sayesinde hem garsonumuz hem de restoran müdürü ayaklarını denk almayı öğrendiler. Bu şaşkınlıkla, bir daha bizle İngilizce diyaloga girmeden, aç biilaç beklediğimiz schnitzellerimizi 2 dakika içerisinde masaya servis edip başka bir isteğimiz olup olmadığını sormaya başladılar.
Berlin’e gelmekten çekinmeme sebep olan “önyargı şüphesinin” pek de gerçek dışı olmadığını ne yazık ki bu gezi sırasında anladım. Gerekçelerinden biri burada yaşanılan toplumsal bazı gerçekler bile olsa, sadece Almanca konuşmadığımız (ve belki de aramızda Türkçe konuştuğumuz) için ayrımcı bir tavır ile karşılaşmayı hak etmiyoruz. Bunu, insan haklarının sözcüsü gözüken AB ülkelerinden birinde yaşamak bir yana eninde sonunda turistiz be kardeşim. Ülkeni gezip görmeye tanımaya para verdik, misafiriz işte, taşını toprağını gri göklerini ve soğuğunu yemeye gelmedik ki…
Yemekten sonra, arkadaş tavsiyesiyle gittiğimiz yer, bizim tarifimizle Berlin’in Lucca’sı Neue Odessa Bar oldu. Adres: Torstraße 89, Mitte. İçerinin kalabalığı dışarıya taşarken, montları asacak askı bile kalmadığını haykıran vestiyerin önünden montları elimize alıp paşa paşa yürüdük gittik. Benim son zamanlarda gördüğüm en genç, modern bohem ve trendy, samimi ve arkadaş canlısı bardı. Güzel müzik, loş bir ortam, özentisiz hip kıyafetler ve bol sohbet.
Ve dönüş günümüz. Pazar sabahını Chipps Serious Eating’de karşıladık. Adres: Jägerstraße 35, 10117 Berlin-Mitte. (http://www.chipps.eu/index.php?lang=en) Mantarlı “morning after omlette” ve kahvaltı sonunda içilen “dark chocolate” ile lezzetin doruklarına çıktık. Pazar günü tüm mağazaların kapalı ve sokakların boş olmasından mütevellit kendimizi yine tur otobüsüne atıp şehri gezerken kulaklıktan şehir bilgilerini dinleyerek öğrendiklerimizi pekiştirdik.
Berlin’e veda etmeden önce son uğrak yerimiz, birçok tur rehberinde ismine rastladığımız, hızlı ve ucuz Vietnam restoranı Monsieur Vuong (http://www.monsieurvuong.de/location_en.html) oldu. Turuncu kırmızı şirin mi şirin, yine samimi, iç içe bir mekân. Masamızı paylaştığımız gençler yeni projelerini ve çizimlerini konuşurken roze şarabımızla bu güzel hafta sonu için kadeh kaldırdık. Monsieur Vuong’un bulunduğu sokak ve binalar arasından gökyüzünün aldığı renkler çok güzeldi. Otelden bavullarımızı alıp yine bir Türk taksi şoförüyle havaalanına giderken saat 17:00ye geliyordu. Gece ile gündüz birbirine karışmış gibi, hem aydınlık hem karanlıktı. Radyodaki şarkı “başka bir şehirde karşılaşırmışız dostça ayrılalım belki selamlaşırız…” çalarken arka koltuktan “sesi biraz açabilir misiniz?” diye seslendik.
Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER