GÖZDE ÇIKAR DOSTLARINA
Ne olursa olsun, dobralığı seviyorum. Bu ne kabalık demek, ne bencillik, ne de vurdumduymazlık. Dürüstçe konuşmak demek bu. Ne başkalarını ezerek ve küçümseyerek, ne kendini boş yere yücelterek, ne kendinden ödün vererek, ne de kimseye yaranmaya çalışarak… Dobralığı seviyorum. İçinden geleni açık ve yüreklice söylemeyi. Yürekli olmadıktan sonra nasıl bir hayat sürer insan… Korkuyla mı yalanla mı kaçarak mı… hem de kendinden kaçışla mı…
Ne yazık ki insanlar o kadar dürüst değil hayatta. Yaşananlar ve yaşanacaklar adına yapmacık bir maske takıp olacakları parmağının ucunda oynatmaya çalışmak var onların oyununda. Bu durum, karşı cinsimde sağlam ve odaklı bir yardakçılıkla çıkar çatışmalarından haklı çıkma üzerine odaklanırken, hemcinslerimde, daha çok nereye saldıracağı belli olmayan diken diken bir çöl kaktüsü olabiliyor. Bu dikenler çoğu zaman kimseye gözükmüyor; ama içten içe öyle bir işliyor, öyle keskin acılar bırakıyor ve belli etmeden öyle canlar alıyor ki inanamazsınız. Sözlerin açık değil kapalı halini seviyor birçok hemcinsim. Alttan alır gibi görünürken yerden yere vurmayı, sevimlilikte yarışırken bir canavar yaratmayı, en haklı en doğru en güzel ve en yüce olduğunu vurgularken en haksız en sahte en çirkef ve adi düşünceleri besleyebiliyor.
Bu yanardöner hallerde bir sürü mırmır kızlar var, görmüyor muyum... Her işini sevgilisi, erkek arkadaşı, eşi ya da adı her ne ise güya o kişiye bırakan. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, onu güya çok özel hissettirecek şekilde, ona uygun hareket ettiğini göstererek, kendini bilerek ve isteyerek korunmasız ve muhtaç gösterecek durumları kollayarak, kendi çıkarları için saatlerce kavga verdikten sonra ortak mutsuzluklara yüz çeviren, kendi ayak ısısını sırtının pekini karnının tokluğunu düşünmek dışında herşeyi hiçe sayan, bir de o rahatlıkla yakın çevresi ve arkadaşlarının rahatsızlığını görmezden/duymazdan gelen – hatta duyduğuna pek bir şaşırıp mırıl mırıl sevgilisine sarılan – yani yine kendi çıkarları dışında hiçbir şeye kılını kıpırdatmayan insanları sevmiyorum.
Bu bağımlı kız pozlarıyla nasıl kurnaz bir plan peşinde olduklarını Tanrı bilir. Dışarıda çok bir hanımefendi görünüp içten pazarlıklı olduğunu anca bir hemcinsinin hissedebildiği o kadınlar var ya… Kendi bencil kavgalarını zar zor bir araya gelinmiş sohbete aç bir dost sofrasında yapan ve en yakınındakilere bile ihanet edebilecek kadar sığ insanlar… Bütün bunların üstüne bir de abartı hastalığı ile kavrulanlar da var. Başkaları yanarken “ah ne güzel sıcak” diyebilen ya da birileri sokakta donarken “daha da kar yağsın, hatta tipi çıksın” diye dua eden birileri var. Umarsızlık bulaşıcı mı acaba… Bu tip insanların çevresinde onlara hak veren onlarcasının çimleniverdiğini gördükçe başka bir sebep gelmiyor aklıma…
Artık büyüdüm, hatta yaşlandım ki çoğunun ilgi manyağı, masanın odak noktası olma ihtiyacıyla etrafa cilveli bakışlar atmalarına da alıştım sayılır. Ama kendi kendime gülümsemeden edemiyorum ve ne mutlu ki, bütün bunları püf diyip geçmesini de biliyorum. Onları küçümsemeden ama önemsemeden de ve keyfimi de kaçırmadan, onların bu bilmiş beyefendilikleri/hanımefendiliklerine içimden gülüp görmezden gelmeyi seçiyorum.
Ancak damarıma basmaya görülsün. Mutluluğuma göz dikilmesin, bu “gözde insan” ekolünü yerle bir etmeye de hazırım. Hele bir de bana bulaşmaya, benim sahip olduğum güzelliklere göz dikmeye kalksınlar… Bu içi boş burnu yukarıda insanlara tahammülüm sadece insanlıktan, başka bir şey değil. Ve ne yazık ki, insanca, dostça, sıcak, yakın, içten birliktelikler arayan benim gibiler için onların yapmacık bakışlar ve özde değer vermez, görünüşte ilgili sözlerden başka hiçbir şeyleri olmadığının da farkındayım. Ne yalan söyleyeyim, sadece bu tavrı sergileyen hemcinslerim ya da karşı cinslerimi gördükçe onlar adına üzülüyorum.
Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER