Güzelim Boston Public Garden’dayım yine. Ördekler, sincaplar ve bazı ağaçlarda gördüğüm kıpkırmızı yapraklar. Yine huzur. Yine salkımsöğüdün orda banktayım. Yürüdükçe canlanan anılar ve içimden geçen karışık hisler. Boston Common’a yürüdüm. Parkın başında ileriden gelen bisikletli abiye bakarken o da bana bakar oldu, gülümsedim bir yabancıya. Yadırgamasız doğallıkla hem de. Selam verdim.
Quincy Market ve State House tarafına yürürken acıktığımı ve ayağımın acıdığını hissederek (ayakkabı vurmuştu) kısa bir tur atıp geri döndüm. Take away mısır çorbası ve hindili sandviç ile Common’a geri döndüm. Çimlerde bir yer seçip ayakkabılarımı çıkartıp yerleştim. Herkes sere serpe çimlerde zaten. Her şey süper. Ayağımın sızlaması ve yorgunlukla biraz kendimden geçtim, sızdım sızıcam, o kadar mayıştım güneşin altında.
Biraz dinlenip kendime geldikten sonra yine Marshalls ve Filey’s Basement’ta alışveriş yolculuğuna geri döndüm. Borders’dan İspanyolca CD’ler ve kitap aldım. Yine biraz parkta dinlendikten sonra akşam yemeği için hazırlandım. Sushi yemeğe Maluken’e gittik. Yeşil çay ve sevdiğimden sushi roll’lar… Saatler ilerledi, sohbet koyulaştı, bir yandan uyku da bastırdı.
Yarın son gün. Uykuya dalarken aklımdan sahneler akıp geçiyor ve bu anı kaybetmekten korkar gibi sahneleri başa sarıyorum.
Yarın artık bugün. Geri dönüş vakti geldi çattı. Boston’da son günüm, hüzünlü. A Good Year izledik. Russell Crowe ve Marion Cotillard. Ben son eşyaları tıkıştırdım bavula. Sonra yağmurlu bir Boston Pazar’ında Newburry Street’e çıktık. Tealuxe’da sevdiğim bitki çaylarından içtim, havuçlu kek yedim. Çok ağlamaklı bir moddaydım, nasıl geri döneceğim…