Yaya geçidinden geçeceklere yol verdim diye arkamdan korna çalacak biri dünyada kaç ülkeden çıkar?
Peki, o ülkelerden biri benim güzel ülkem midir?
Tabii, o da haklı. Belki birkaç yüz metre önce sola sinyal vererek yol bekleyen iki arabaya da yol verdiğimden iyice gıcık olmuştur bana. Mesleği gereği hep yollardadır, siniri burnundadır falan. Bunlar bahane mi… Ben mesleğim bu değilken günde en az 4 saatimi yine aynı yollarda harcamıyor muyum? Ben sabah sabah sakin bir yolculuk olsun diye erkenden kalkıp yola çıkıyor köprü falan geçiyor ofisime giderken de bu tavırla son dakika golü yiyorum. Aman ne güzel.
Artık köprü geçiyorum demek zaten büyük bir iş göstergesi.
- Ben her gün köprü geçiyorum ne haber?
- Ben bugün iki kere Avrupa’ya iki kere Asya’ya geçtim oğlum, sen ne diyorsun…
Sanki atlılarla Viyana seferine falan çıkıyoruz. O kadar güçlük çekiyor ki insan, araba icat edilmeseydi keşke dediğim oluyor. Ya da birçokları gibi artık okullar kapansın diyorum bu aralar. Artık millet nereye gidiyorsa gitsin bu şehirden de biraz nefes alayım.
Pazartesi sabahı. Saat 8 bile olmamış. Trafik henüz akıcı bu yakada. Ben sadece geçitte bekleyen bir öğrenciyle yaşlı bir adama yol vermişim.
Ama dat dat dat…
Avrupa’da günlerce duymadan yol gidebilirsin; ama korna bizde milli marş ya ne de olsa…
Ben bir de neyime güveniyorsam camdan kafamı çıkarıp “yayaya yol veriyoruz görmüyor musun” dediğimde de adam arabadan iniyor ve bağırıyor. Yani o kadar deli olmuş. Nerdeyse gelip dövecek.
Öyle bir haldeyiz ki artık yaya geçidinde yol verilmesini bekleyenler bile adım atmaya korkuyor. Taksiciye ve bana bakıp adım atamadan kalıyor yaşlı bey. Hızını alamayıp vurup kaçan o kadar adam var ki dışarıda. Dışarısı demişken yanlış anlaşılmasın, dışarısı, burası, güzel ülkem. Burası yine eline sopayı silahı alanın önüne gelene diklendiği, o da olmazsa kaba kuvvetle gücü yetene el kaldırmaktan korkmadığı canım memleketim. Bravo!
Trafiğin keşmekeşi mi, trafikte cin olduğunu sananların kendi kendine trafik yarattıkları, yollları düğüm ettikleri kargaşa mı… Yoksa bu kargaşayı iyice çıkmaza sokan, belinde silah elinde sopa olmayanın ağzını açıp da doğru bildiğini söylemeye korktuğu korku cehennemi mi…
Evet, okullar kapansın da yazlıkçılar gitsin bu şehirden. Araba sayısı biraz olsun azalsın. Peki, ben şehir dışına çıkıp biraz nefes alabilecek miyim… Şüpheli. Biriken izinlerim gümüş değil neredeyse altın madalya kazanacak; ama bana iki üç hafta izin nasip olacak mı, göreceğiz. Hani Hollanda’da falan yaşıyor olsam gözüm kapalı derim, şu tarihten şu tarihe izinliyim. Orda dünya durmuyor çünkü biri böyle izne çıkınca. Nedense benim güzel ülkemde hayat duruyor adeta.
Yılın en yoğun dönemi, Aralık ayında bir soru soruyorsun yurtdışına, adam 3 hafta tatilde çıkıyor. Eyvallah, diyorsun, hani artık blackberry falan cevap verir belki. Ama adam sana cevap da vermiyor. Ölüm kalım meselesi değilse kalkıp da Noel ağacının yanından kırmızı kırmızı çakan blackberry’sine bakmıyor. Merak etmiyor hiç. Hani kilometrelerce uzaktan bir ülkeden bir soru gelmiş, oğlum senle oynayamam şimdi, git annenin yanına, aman da gel bunu cevaplayayım, demiyor. Mr. Brown bu mesajı cevaplamıyor ama Bayan Fidan izindeyken gün içerisinde, yanlış duymadınız, mesai saatleri içerisinde herhangi bir mesaja hemen cevap vermezse anında telefonu çalıyor.
- Nasılsın, nasıl geçiyor tatil?
- Sen sordun, daha iyi geçer oldu.
Peki, cevap aranan soruya verdiğim cevapla dünyayı mı kurtarıyorum? Ben bilimsel araştırmalarımla uzak mekiği çalışmalarına destek falan mı veriyorum? Bir göktaşı dünyaya doğru geliyor da ben Armageddon’da mı oynuyorum? O da yok.
Hani yaptığım işle birilerinin hayatını kurtarsam, canım yanmayacak. Ama yok işte, birkaç yorum, birkaç görüş, o kadar.
Dat dat… Nereye gidiyorsun, nereye? Dur diyor patron. Yeni bir iş aldık, uçak paranı falan ödeyelim, sen izne çıkma.
Buna da mı eyvallah?
Nilhan Fidan
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER