Seninle tanışmamız üniversite yollarında aynı otobüsü kullandığımızı anlamamızla başlamış, günler geçtikçe rastlaşmalarımızla doğan tanışıklığımız arkadaşlığa dönüşmüş ve ileriki dönemlerde aramızda doğacak aşk’a öncülük etmişti.
Bitmek bilmeyen mesafeler sohbetlerimizle su gibi akıp geçiyor, hatta birlikteliğimizin ilerlemesiyle bize yetmez oluyordu zaman.
Üniversitede benim üçüncü senin ise sonuncu yılındı. Sanki uzun yıllardır birbirini tanıyan bir çifttik, beraberken çok iyi zaman geçiriyor, eğleniyor, derslerimize girme nedeniyle ayrılma bahanelerimiz aralarda son buluyordu. Okuldan mezun olup, iş hayatına atıldığın gün bana evlenme teklif etmiş, diğer günlerden birinde ailemle tanışmış hatta yaz sonu nişan yüzüklerimiz takılmıştı bile. Her şey çok hızlı gelişiyor, buna birbirimizle geçen zamanın yetmiyor olması neden oluyordu. Okuldaki son yılımın olmasıyla yaz aylarında planladığımız düğünümüz ve ev hazırlıkları benim derslerden arta kalan zamanlarıma sıkıştırmamla bir şekilde oluveriyordu.
O artık iş hayatına atılmış, bir bankada çalışan ve aynı zamanda yüksek lisansını yapan bir öğrenciydi. Nasıl olacak, nasıl yapacağız bu evlilik işini derken, Haziran ayı gelmiş çatmış finallerimin yorgunluğunu üstümden atamadan gelinliğimi giyinip kendimi düğün kalabalığının içinde oyunlar oynarken bulmuştum. Bu birlikteliğin evlilik yolunda gitmesinin en büyük destekçileri tabi ki ailelerimiz olmuş ve kendimizi bir düzene oturtana kadar da bu böyle devam edecekti. Psikoloji bölümünden mezun olmamla birlikte okullar attığım iş başvurularına geri dönüşler oluyor ve olumlu olanların arasından sevgili eşimle birlikte yol, maaş ve okulun konumuyla ilgili fikirler yürütüp bir karara bağlamaya çalışıyorduk. Gelen birlikte çalışma taleplerinin arasından en iyisini seçip, okulların açılması için Eylül ayının başlamasını bekliyor, bu arada da yaz tatili olmasıyla ev kadınlığı ve işlerini bu iki aylık kısa süreli ev stajımda tüm çalışkanlığımla dolu dolu geçiriyordum. Evde eşinin işten gelmesini, hazırladığı yemek ve tatlılarla heyecanla bekleyen bir eşe dönüşmüştüm. Elimden çıkan işlerden hoşnut olan eşim ile sanki evcilik oyunu oynuyor gibiydik, bazen yan yana aynı evde olduğumuza bile inanmıyorduk. Günler geçmiş yaz tatilinin bitmesiyle okullar açılmış bende ilk işime tüm yeni enerjimle başlamıştım. Öğretmenlerin sıcak karşılaması içimi rahatlatmış ,okula alışma sürem kısaltmışken, bunun yanında öğrencileri tanıma çalışmalarımla okulun hatta hayatımın nasıl geçtiğin anlayamadığım yoğun bir döneme girmiştim. Yeni bir eğitimci olmak, okulun başka işlerinde de baş görevlilerden olmanı gerektiriyordu. Törenler, konuşmalar, çocuklarla yapılan gezi ve gidilen seminerler gibi..
Eşimi evimi aksatmamaya çalışıyor, hatta bunun için çok çabalıyordum..Sabahları onu uyandırırken söylediğim ‘sevgimin sahnesi’ uyan artık sözü, onun yüzünde yarattığı parıltıyla belki de birçok açığımızı kapatıyordu…O benim hayatımdı, merkezim, sahnem… O benim sevgimdi, sevgimin sahnesiydi..
Günler geçmiş, evliliğimizin yedinci ayında hamilelik haberi, bu yoğum tempoma bomba gibi düşmüştü. Ne yapmalıyım, bu tempoda nasıl olacak, tatil ve okul dönemlerimi hesaplarken bu bebeğin her şekilde doğacağı kesindi, aksini eşim değil ben bile düşünemezdik. İkinci şoku doktor kontrolünde bebeğin tek değil ikiz olduğunu öğrendiğimizde yaşamıştık. İki bebek aynı anda ve ben anneleri konumunda, aman tanrımı içimden geçirmiştim, eşimin tarafında olma riski vardı ama çok düşük, o olasılık bende mi büyümüştü ?
Mutlu olmak ve bu dönemde onlara iyi bakmaktan başka yapacağım bir şey yoktu. Doktordan çıktığımızda, düğünümüzde sonra ikinci defa bu kadar heyecanlı görüyordum yanımdaki sevgilimi. Alışveriş yapalım, gel oturalım, ne yemen gerekiyor şimdi senin gibi sorularla girdiğimiz bu serüvene dokuz ayın sonunda iki erkek bebekle nokta koyuyorduk. İki tane erkek bebek, birde eşimi sayarsak üç erkekle dünyam çerçevelenmişti. Çok tatlılardı, çok küçük ve korunmasız. Hiçbir şey onların yanında olduğum huzurla eş değer değildi. Sevgimin sahnesinden hiç inmeyecek oyuncularıydı onlar. Babamıza bebeklerimiz uğur getirmiş, terfi almış ve çalıştığı şubede bir bölümün başına getirtilmişti. Ben ise bebeklerimle geçirdiğim iki yıllık süreden sonra, çalışma hayatıma başlamış, okul ve ev arasında koşturan birisine tekrar dönüşmüştüm. Ama mutluydum, dileyebileceğim, isteyebileceğim başka hiç bir şey yoktu, üç erkeğimle çok mutlu.
Günlerden bir gün okuldan aldığım uzakta olacak bir seminere görevlendirilmem canımı sıksa da değiştirebileceğim hiçbir şey yoktu. Annelerimize düşen iş ise ortaklaşa birkaç günlüğüne bebeklerimize ve eşime bakacak olmalarıydı. Küçük valizimi hazırlamış çocuklarımla geçireceğim fazlaca birkaç saati kar bilip okul otobüsüyle değil arabamla gitmeyi tercih etmiştim. Gece onları yatırdıktan sonra, yola çıkacaktım. Annemler, eşim hatta öğretmen arkadaşlarım buna karşı çıksa da, oğullarımla o birkaç saat benim için ömürlüktü.
Uyutup çıkmıştım ama gözüm arkada, aklım evimde olarak yol alıyordum, İzmit yolu sanki bitmek bilmiyor, uzadıkça uzuyordu. Yorgunluğum ve uykusuzluğum sınırın üzerindeydi ki, olan olmuş dalgınlığımla bir yamaçtan aşağıya yuvarlanmıştım. Bu olayda en büyük şansım, kazayı gören birilerinin olması ve kurtarma ekibin çağırılmasıydı. Kurtulacak mıydım? Ya bir hasar kalacak mıydı? Ya bilinç kaybı?
Bunların hepsi hastaneye gittiğimizde belli olacaktı. Yoğun bakıma yatırılmıştım, durumum ağır ve ciddiyetini koruyordu. Herkes hastanede başımda bekliyor günler geçmesine karşın değişen kayda geçecek bir şey olmuyordu…
Günler hatta yıllar öylece geçmiş, eşim tüm ısrarlara rağmen benden vazgeçmemiş ve bir gün uyanacağımı hep umut etmişti. Artık aramızda bir camekan ve gözlerimi açacağım günü bekleyen bir eş yaratmıştım..İşini evini aksatmıyor, çocuklarımı yardımcıların desteğiyle eksiksiz, bir bensiz büyütmeye çabalıyor ve yokluğuma kendini alıştırmaya çalışıyordu.
Çalıştı da…Hem de çok
Aradan tam beş yılın geçtiği bir sabah, Tanrının elimi sıkıca tutmasının verdiği güçle birden hayatta dönmüştüm. Uyandığımda başımda dikilmiş bir sürü doktor ve ekibi vardı. Yüzüme gülümsüyor ve bana sorular soruyorlardı.
Ailem dediğimi biliyorum sadece ve yıllardır benimle o camekan dan usulca konuştuğunu bildiğim gibi gözlerimi oraya yönelttiğimi…
Ailem oradaydı, gözleri parıldayan eşim, şaşkın şaşkın bakan ve koskocaman olan oğullarım.
SEVGİMİN SAHNESİ işte orada benimleydi..
Sahnelemişlerdi hiç usanmadan.
Oyuncuları hiçbir yere gitmemiş, bıkmamış, sabırla hep benden alkışı alacakları günü beklemişlerdi..
Hayatınızın sahnesi hep sevgiyle dolsun, bıkıp usanmayacak oyuncularınız ve hep alkışlayacağınız oyunlarınız olsun..
NEMZA SİNANOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER