Hikayemiz, benim lise yılarında merak sardığım resim bölümüne girme isteğimle katıldığım bir atölye çalışmasında başlamıştı. O atölyede konuşmacılar arasında dikkatimi çeken, dışarıdan bakılınca belli bir birikimi olup ama yaş bazında çok genç duran birisiydi. Konuşmacılar arasında çok önemli okulların hocaları ve dekanları da vardı. Sorulan sorular ve teşekkürlerle söyleşi bitmiş, çıkışında bir kokteyl ile ayaküstü istediğiniz konuşmacılarla sohbet etme fırsatımız olmuştu. Benim yanımda okuldan onu zorlayarak yanıma aldığım Leyla vardı. O benim gibi çok hevesli durmasa da bu işe,kendisi de arada karakalem bir şeyler karalayan ve bence yeteneği olan birisiydi. Kokteyl sırası, gözüme kestirdiğim hocalardan birinin yanına giderek merak ettiğim birkaç soruyu sormuş ve yetenek sınavına girene kadar beni geliştirmesi için tavsiye edeceği uygun yerleri sorarak, aslında hikayemizin başlamasına ilk adımı ben atmış olmuştum.
Güler yüzlü, çok tonton bir bey olan Bedri hoca ders vermedeki temposunu düşürerek artık sadece akademideki derslerine girip çıkıyor, böyle arada olan panellere katılıyor ve hayatını geçiriyordu.
Yani çok istediğim halde ondan ders alamayacağımın cevabını, yine o güler yüzünden, tebessümlü bir şekilde alıyordum.
Derken, Metin diyerek kalabalıklar içinden birine seslenerek yanına çağırmıştı. Gelen genç, konuşmacılar arasında olup bilgi birikimiyle dikkatimi çeken kişiydi.
-Bak güzel kızım, ben belki sana yardımcı olamayacağım ama Metin sana istediğin her türlü yardımda bulunabilecek bilgi ve birikime sahiptir. Okul sonrası ders verdiği bazı atölyeler var, evet şimdi ben sizi yalnız bırakayım ve sizde konuşacaklarınızı konuşun diyerek, bizi ortada yalnız bırakmıştı.
Yakın ve sevecen olmasına karşın, Metin’de bir mesafeli duruş da söz konusuydu. Okul sonrası gidebileceğim birkaç atölye tavsiye etmiş ve karar verirsem orada görüşeceğimizi söyleyerek aramızdan ayrılmıştı.
Benim de artık zamanım daralıyordu, en yakın sürede bir yer seçip çalışmalara başlamalıydım. Okul ve ev arasında en yakın yer, Beyoğlunda tavsiye ettiği bir atölyeydi. Burada ön tarafı gerekli sergi açılışlarına ev sahipliği yapan bir salonla birlikte arkasında barınan dikdörtgen şeklinde dağınık ve kalabalık bir resim atölyesine sahipti.
Çalışmalarıma hafta içleri okul çıkışında gidiyor, evime çok uzak olmayan atölyede saatlerimi renklerin sonsuz güzelliğine daldırıyor ve gece kapanışa kadar orada vaktimi geçiriyordum.
Sözü Metin’e getirecek olursak, o bu güne kadar bu atölyeye hiç uğramamış ama hocalar arasındaki konuşmalarda yakın zamanda bir sergisi olacağından büyük koşuşturmalar içinde olduğunun haberini almıştım.
Günden güne fırça darbelerimde görülen ışık büyüyor ve bazı hocalarımdan aldığım övgülerle ben mutluluktan dolup taşıyordum.
Güzel sanatlar için sınav günüm günden güne yaklaşırken, okul mezuniyetim ve hüznü de yanında cabasıydı.
Yine atölyede çalışmada olduğum bir gün, Metin gelip sergi açılışı için davetiyelerini getirmişti. İçeri girdiğinde, beni görmüş afallamış hatta tanışıyor muyuz demişti.
Haklıydı koca bir kış geçmiş, panelin birinde kendine soru sorup bir daha da yüzünü görmediği bir kızı nasıl hatırlayabilirdi !
Benimki de beklentiydi işte..
Nerde tanıştığımızı hatırlatan ayak üstü konuşmamızdan sonra, beni sergi açılışına davet edip daha sonrasında da çalışmalarıma bir göz atmak istediğini belirtmişti.
Sergi bu cumartesiydi, hocalarımla birlikte onu yalnız bırakmayıp orada yerimiz almıştık.
Çok mutlu ve heyecanlı olduğu gözlerinden okunan Metin, bizi görünce davetliler arasında çıkıp yanımıza gelmiş ve kapıda karşılamıştı.
Hepimize hoş geldiniz diyen parlayan gülümseyişi göz alıcıydı, benim elimi sıkarken gözlerimin içine bakarak “seni gördüğüme çok sevindim” diyen cümlesi içime işlemişti sanki.
Sergi sonrası günlerde, Metin atölyeye artık daha sık gelmeye başlamış hatta zamanının çoğunu yanımda, yaptığım çalışmaları inceleyip, detaylar vererek geçiriyordu.
Biz artık her gün görüşüyor o benim antrenörüm ben ise onun çalıştırdığı bir sporcu edasında büyük sınav günüme hazırlanıyordum.
O gün geldi çattı, ailemle birlikte Metin de sınav çıkışı kapıda bekleyenler arasındaydı. Adını koyamadığımız ama görüşemeden de geçiremediğimiz günler yok gibiydi.
Sınav çıkışı ailem yerine onun boynuna hatta kucağına atılmıştım, kazanacaktım ve bunu biz beraber başarmıştık.
Daha sonrasında sonuçlar açıklandığında bu doğrulanmış ve artık sevdiğim işin eğitimini alacağım bir akademinin öğrencisiydim.
Metin’le artık biz sevgiliydik. Okul çıkışları beni alıyor yada ben onun atölyesine gidiyor ve zamanımızı boyalarla haşır-neşir olarak geçiriyorduk.
Gel gelelim hikayenin en başında o çok ders almak istediğim Bedri hocanın artık öğrencisi olmuştum, benim gibi okulda onu çok seven yüzlerce öğrencisi vardı.
Günlerim gündüzleri okulda, geceleri ise saatlerce atölyede çalışmayla geçiyor, yatmadan yatmaya evime geliyordum.
Ailem bu tempoma bazen üzülerek karşı çıksa da yüzümde gördükleri o çok mutlu ifade ile sesizleşiyorlardı.
Uzun süredir baş dönemsi, halsizlik ve titreme halleri üzerimdeydi. Bu tempomdan kaynaklı diyerek üstüne gitmiyor, aileme de bu durumdan bahsetmiyordum.
Metin’nin yanında gelen bu ara sıra nöbetler onu da üzüyor ve bazen aramızda tartışmalara neden oluyordu.
Ta ki… Bir gün onun yanında baygınlık geçirene kadar..
Ailem böyle uzun süredir ataklarımın olduğunu o an orada öğrenmişlerdi.
Orada öğrendikleri, hepimizin öğrendiği başka şeylerde vardı.
Küçücük olup benim hayatımın yolunu belirleyen.
Gülüşümü söndüren, bizi bittiren.
Ben hastane çıkışı sonrası, bir süre evimde dinlenmeye çekilmiştim. Bu dinlenme günden güne beni daha halsiz bırakıyor ve mutsuz bir varlığa döndürüyordu.
Hiç kimseyi görmek istemeyen ben, Metin’i de kendimden uzak tutuyordum.
Bitiyordum, onun beni böyle görmesini istemiyordum. Saatler süren konuşmalar, sayfalarca mesajlar ve maillerle bana yalvarıyordu.
Okulu dondurmuş, kalkabildiğim günlerde tuallerime birkaç fırça darbesi konduruyor, fakat artık onlarda da renklerin solduğuna inanıyordum.
Metin’e tek dediğim
“Lütfen Beni Görme”……Ona dediğim sadece bu cümleydi
.
“Lütfen Beni Görme”…
“Lütfen Beni Görme”..
Arayan hocalarım, durumunun kötü olduğunu bazı zamanlar atölyede sabahladığını, kendini bıraktığını söylüyorlardı bana.
Bir gün telefonuma ondan gelen bir mesajda “ Ne olur geri dönme diyordu” sadece bu cümle..
Anlam veremediğim “Ne olur geri dönme”…
Günler geçip bir sabah evimin penceresinden dışarıya baktığımda karşı duvarda…”Ne olur geri dönme”, doktor kontrolüme çıktığımızda yolarda, çeşitli duvarlarda “Ne olur geri dönme” yazılarıyla karşılaşıyordum.
Rengarenk ama hep aynı yazı şekli ile.. “Ne olur geri dönme”
NE OLUR GERİ DÖNME
Sabah uyandığımda alıştığım ışığım, ne olur geri dönme..
Gülmeyi öğrendiğim.
Sevmeyi becerebildiğim.
Kavga etmediğim.
Konuşmayı öğrendiğim.
Ne olur geri dönme….
Bir sergisi olacakmış..Adı “Ne Olur Geri Dönme”
Basında adıyla bu sergi çok konuşulmuş, merak konusu olan bu cümlenin içeriği açıklanmadığı için herkes kadar beni de ilgilendiriyordu. Ekranda gördüğüm Metin eskisi gibi değildi, saçı sakalı birbirine karışmış, oldukça zayıflamış, kısa ve kesik cümlelerle açıklama yapmaya zorlanıyor ve üstü kapalı “çok sevdiğim birisine bu çağrım diyordu”…
Ne Olur Geri Dönme…
Böyle bir sevgiyle geleceksen “Ne Olur Geri Dönme”
Seni bir daha böyle seveceksem “Ne Olur Geri Dönme”
Beni bir daha böyle sevecek.
Beni bir daha böyle AŞK’a inandıracak.
Beni bir daha böyle güne uyandıracak.
Beni bir daha hayata böyle bağlayacak ve sonrasında bırakıp gideceksen….
Evet…….“Ne Olur Geri Dönme”
Diyordu..
Biliyordu evet geri dönmeyecektim, görmek istemememin nedeni bir daha eski ben olmayacaktım karşısında....
Sözünü tuttum, geri dönmedim sevgili..
Dönemedim..
Aslında tek istediğinin, geri dönmem olduğunu bile bile..
Seve seve, isteyerek geri dönemedim
Sevgili...
NEMZA SİNANOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER