Soğuktu her zamanki gibi evin çok soğuk… Işıksız koridorlarında karartıların arasında yaşanan soluk hatıralarımız beliriyordu gözümde. Tutun elerimden demek geldi içimden, ama güçlü olmalıydım aynı dirençli senin gibi… Sen gittikten sonra acına direnemediğim ben gibi. Yorgundum belki senin yaşına yakın yorgun, nihayet ayaklarım vardı yatak odana... Perdelerin açıktı, kimselerle paylaşmak istemediğimden odalarının perdelerini hep kapalı, seni dışarıya saklı tutmak isterdim dimi? Şimdi anlamıştım, benden başka çok kişi bu odaya girmiş, seni kaybettiğimi duymuş, mabedimize ayak basmışlardı… Sarı ışıklarını salonda yakamadım, çocukluğumu, masadaki kolalı beyaz masa örtüsünü o çok soğuk kışta, gamsız koşturan çocukluğumu ve senin yaptığın zeytinyağlı çalı fasulyemi yerken ki iştahımdan kaynaklanan yemek damlatma huylarımı, gözüne bakarken bu sahnedeki bana bakan ışıldayan gözlerini…
Ben mi? Hiç hatırlamak istemiyorum, yada yalan söylüyorum hep aklımda ya… Işığın yanmasın umut doluyorum. Susmak var ya burada esas anlam kazanıyor, zaman derler ya zaman seni istiyor. Sonbahar oldum, bir aşk biter gibi hüzne boğuldum. Gel gelelim hatıraları depreştiren yine bir neden çıkarttık ya, ince füme çorapların... Kutu kutu alınan o kocaman gardöropun üzerine yan yana dizili kutularda olan onlarca parlak paketlerdeki füme çorapların..Onları buldum, benim kadar istekli ziyaretçisi yoktu belli ki o kutuların… Dokunamadan kutulara, gömüldüm çoraplarının içten içe çizdirdiği yoluma, hatıralarıma… Nedenini çocukluğumda bir türlü anlayamadığım, bu kadar füme çorap!!!
Şimdi birçok fotoğraf karemde onlarla birliktesin... Lacivert döpiyes, palto, füme çorapların ve boynundaki sarılı şalın ile... Bembeyaz saçların ile masmavi gözlerin bunların ayrıntılarıydı senin pamukluğuna takılı. Füme çorapların, her dönemimize şahitlik eden yegane bir parçaydı bizimle birlikte olan. Yılbaşının ertesi annemin aşağıya inip kahve indirmesi ve senin evde olmaman gibi, eve gittiğimde yatak odanda yerde bulduğum füme çorabının paketinden duyduğum endişe gibi… Hiçbir yere gidemezdin başta ben vardım, asla bırakamazdın… Beni düşünmeliydin ah SETA dediğimi hatırlıyorum, dememeliydim çünkü sen hep benim için yaşadın, özellikle beni hiç bırakmak istemediğin SON zamanlarını.
Yılın ilk günü pardösümü takıp karakola nasıl gittiğimi hatırlamıyorum bile, halbuki korkutur beni karakol, polis ve soğuk duvarları… Seninle tek ortak noktaları, onların da lacivert giymeleriydi… Polislerin birindeki lacivert rengine takılı hafif dalgın halimi bozan ses, senin yakınlarını çağırıyordu, en yakının ben gibi kanından olmadığım gibi. Gerekli işlemler yapılıp sen araştırılacakken aralarında geçen konuşmaya kulak kabartıp, senin çok güzel bir yaşlı oluşun ve bulunmazsan dilendirmeye kadar gidecek söylemlerini duyuyordum. N’apıyorsanız görevinizi yapın, sözü çıkabildi sadece içimden. Sustum, sen sevmezdin böyle şeyleri… Aklı yerinde miydi dediklerinde evet yerinde diyecekken, annemden aklı gelip gidiyor sözlerini duydum ve ben yine sustum, ve sustum gözlerine bakarak kızgınca annemin. Ben merkezli hayatında bir ben vardım, böyle bildim gördüm ve yaşamıştım, bu suç muydu bence hayır. Afişler asılacaktı bastırılıp da, falan da filanmış gibilerinden içimde biriken sabırsızlık, endişe ve yıllın ilk günü ile karmakarışık ruhumla yere bakarak umutsuz bir hal ile çıktık oradan… Sokakta yürüyüp sağa doğru kıvrılacakken başımı sola doğru çevirme gereği duymuştum, işte orada aşağıya doğru ilerleyen beyaz topuz saçlı, bakışlarımı indirirken füme çoraplarını gördüğümde ise
Ateşlenen içimi tarif bile edemiyorum… Seta deyip nasıl koştuğumu bilmezken tek hissettiğim o kaldırımın, senli mesafelerin göründüğünden daha uzak gelişiydi bana. Tedirgindim koşarken, başkası olamaz mıydı? seslendiğimde de duymuyordu çünkü beni, yetiştim ve zor bela koydum elimi omuzuna yüzüne bakmamla uykundan uyanman bir oldu. Neredeyim? N’oldu kız kardeşime gidiyordum. Saçmalıyordu ayakta, gözlerimin içine bakıp da gördüğü tedirginlik artı içine girdiği uykudan uyanma semesi onu allak bulak etmişti. Nasıl sarıldığımı ve sanki elimden almak istemişlerde vermiyormuşçasına tuttuğum kolundan eve getirişimi dün gibi hatırlıyorum. Maksadının yılın ilk gününde kiliseye gitmek istemiş olduğunu anlatıyordu sonra bize, daha çok benim gözümün içine bakarak. İşte o zaman anlamıştım ananem SETA sadece benli anı ve bilgileri hiç silmemişçesine aklında tutarken diğerlerini bir bir atıyordu beyninden. Uzaktan baktığımda berjerine oturduğun ve bacaklarında olan füme çoraplı halin aklımda hala… Lacivert döpiyesin, palton, füme çorapların ve boynunda duran şalın… Bembeyaz saçların ve masmavi gözlerin bunların ayrıntısıydı pamukluğuna takılı…
Füme çorapların ile şimdi vedalaşıyorum, kimsenin vedalaşmadığı gibi… Onlarında rengi senli anılarım gibi bulutlu ve sisli, senin için çok değerliydi sonraları anlatmıştın, ilk çıktığında ne çok kaçtığını o zaman bu zamanki gibi her yerde satılmadığını ve bir bayan için şıklığın çoraplarda gizli olduğun, bir kaçığın o şıklığa neler kaybettirdiğini… Kutularca evde olmaları alışkanlığının, kapıdan çıkarken birde çantana atışının sebeplerini… Şimdi anlıyorum bendeki füme rengini sevemeyişimin nedenini ve şimdi çok satılsa da evde onlarca çorabımın olma nedenlerini, birçoğu gibi bende olup sebebinin içinde ,senin saklı durduğun gibi… Füme sana çok yakışıyordu, çorap bahanesi miydi? Döpiyesin, palton, çorapların ve boynunda duran şalın... Bembeyaz saçların ve masmavi gözlerin sadece bunların ayrıntısıydı pamukluğuna takılı…
NEMZA SİNANOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER