>

KÖŞE YAZILARI | NEMZA SİNANOĞLU

Beyaz..

Hayatım boyunca hiç büyümeyeceğimi bilen ve seni öyle benimseyen bir adamla birlikte olmak, paha biçilemezdi. (Nemza Sinanoğlu)
 
   
 
 
     

Hayatım boyunca hiç büyümeyeceğimi bilen ve seni öyle benimseyen bir adamla birlikte olmak, paha biçilemezdi..

İkimizin de mesleği, benim çok kalıbıma uymasa da bankacılıktı. Onunla tanışmamız aynı kurumun içinde, o benden daha kıdemli ben ise geleceği parlak yeni bir yatırım uzamanı olarak göreve başlayan bir gençtim. Tabi her gün aynı çatı altında olmak, aynı toplantılar, sohbetler, sıkıntılar, yemeğe çıkmalar v.s derken kendimizi belli bir süre sonra arkadaşlığı aşarak, sevgili olarak bulduk.

Aynı binanın içinde bir ilişkiye başlamış olmak, ister istemez tavırlarımızda da daha bir dikkat etmemizi gerektiriyordu. Artık koridorlarda kısa görüşmelerimiz, ayakta yapılan sohbetlerde gülüşmelerimizi yapamıyorduk.

Ne de olsa, biz sevgiliydik…

Bizim ilişkimizin en büyük tanığı, hatta ara bulucusu ofis arkadaşım Selin’di. Beraber gidilen toplantılarda sürekli “kızım siz çok yakışıyorsunuz, baksana çocuğa, kafalarınız bir” gibi sözcüklerle Tolga’ya daha bir dikkatli bakmama ve onun zaten bana olan ilgisini fark etmemi sağlamıştı.

Selin’nin hayatı bana göre çok renkliydi, yurt dışında okuduğu dönemlerden kalma uzatmalı bir sevgilisi, burada arada görüştüğü ex aşkları, öyle böyle derken düzgün bir birlikteliği uzun zamandır, yani ben bildim bileli yoktu.

Ben iyiyim böyle kızım derdi, sorumluluk yok, dert yok, bağımlılık yok…Ohh

Biz Tolga’yla bir buçuk yılı devirip ikiye doğru gittiğimizde evlilik için ilk resmiyeti yapmış, nişanlanmıştık.

Evlilik kararı ile hayatımızda bazı değişikliklere de gitmiştik.

O kendisine gelen daha iyi bir pozisyondaki iş teklifi ile başka bir bankaya geçmiş, bu bizim ilişkimiz için de daha sağlıklı bir durum olacağından hemen kabul etmişti. Aynı çatı altında olmak, aynı kişilerden muzdarip olmak, müşteriler, şirket içi sorunlar derken bu ayrılıp başka yere geçme kararı ikimizin için de iyi olmuştu.

Tolga işinden çok memnundu, artık iş çıkışları özlemli tavırlarla birbirimizle kucaklaşıyor, arada ofise çiçekler yolluyor, özlediğinde telefonla arıyor ve hatta Selin’i işe katarak başka süprizlerle ben sevindiriyordu.

O artık üst düzey yöneticiydi, bu yüzden dolayı maddi konularda daha fazla düşüneceğimiz ve evlenmek için bekleyeceğimiz de bir durum yok gibiydi.

Ben ona göre daha neşeli, daha zıpır ve tabi ki daha anaç bir tiptim. O ise benimleyken genelde güldüğünü gördüğüm, aklı başında, istediklerini bilen tam bir yönetici tipiydi.

İlişkimizde iki yılı devirmiştik…

Bir sabah şirkete geldiğimde, toplantı olacağının haberini almıştım. Onunla ilgili dosyaları hazırlamış ve birkaç mailime bakıp, saati beklemek için oyalanıyordum. Selin “hadi gidiyoruz deyip” beni çağırmış ve her zamanki toplantı salonumuzda masalardaki yerimizi almıştık.

Müdürler, asistanlarımız, yatırım uzmanlarımız herkes oradaydı, “aklımdaki soru; bu kadar büyük toplantı son dakika niye yapılıyordu ? “ çünkü önceden haber verilir, sunumlar, veriler hazırlanır öyle gelirdik..Neyse

Selin bilgisayar başına geçmiş, genel durum değerlendirmelerini bizimle paylaşıyor, bir nevi bildiğimiz şeyleri bize tekrar anlatıyordu, bir ara “bir saniye, diğer şubemiz toplantıya canlı bağlanmak istiyor” diyerek yöneticimize dönmüş ve ondan izin alarak toplantıya onların da katılmalarını sağlamıştı”

Bu bizim toplantılarda (yol, trafik, zaman kaybını) önlemek için yapılan bir durumdu.

Pencere açıldığında, karşımda Tolga vardı. Herkesin suratına hayretle bakmış ve ne olduğunu anlamayarak Selin’nin yüzüne odaklanmıştım. Herkes gülümsüyor, bazıları çığlıklar atıyor ve Tolga orada öylece bana bakıyordu.

Birkaç saniye sonra, gelen evlenme teklifi ile bu toplantının bir kumpas olduğunu anlamıştım. Şok içindeydim ağzımdan sadece “evet” çıkabilmişti. Tolga böyle romantik şeyleri pek bilmezdi, yani ondan hiç beklemediğim bir şeydi bu. Ben şok içinde ne yapacağımı bilmezken, herkes ayağa kalkmış ve beni kucaklamaya başlamıştı.

O öğleden sonra bana izin verilmiş, Tolga o sürede beni şirketten almaya gelmiş ve bunu kutlama yemeğine çıkmıştık. Bütün bu hazırlıkları Tolga hazırlamış ve yaratıcılık konusunda en büyük destekcisinin Selin olduğunu da açıklamaktan geri kalmamıştı.

Mutlaka bir yardım aldığını düşünüyordum, bunun da Selin olduğunu bilmek iyi olmuştu.

Evleniyorduk, ama benim de işle ilgili sıkıntılarım vardı. Her ne kadar başarılı da olsam, bu iş beni boğuyordu, kalıbıma sığmıyor ve beni eskisinden daha sıradan bir hale sokuyordu.

Tabi, böyle bir durumda işten ayrılamazdım, hayatımda bu denli önemli bir değişiklik varken birde iş değişikliğini kaldıramazdım. Ama hep aklımda bir kitapçı açmak ve altında belirli saatlerde çocuklarla olmak, onlara kitap okumak bir nevi “masalcı abla” olmak vardı.

Gelecekteki bu hayalimi Tolga da biliyordu. Hatta sen hiç büyümeyecek misin ? Sana o zaman bir kotsum de diktiririz, onunla çıkarsın çocukların karşısına diyor ve niyeyse bu düşünce bana hiç garip gelmiyordu.

İşte onunla bazen baş başa kaldığımıza, ben hayallerimle büyümeyen çocuk o ise sakin bir tavırla beni dinleyen büyüğüm pozisyonunu alıyordu..

Neyse yine de çok eğleniyorduk, anlıyorduk ve saygı gösteriyorduk birbirimize.

Masallara benzeyen bir evim olması için, şehirden biraz uzak çok katlı bir ev tutmuştuk. İçi bembeyaz, uçuk maviler, pembelerle döşeli evin dekorasyonunda, görenlerin nerdeyse kimi köşelerden “pamuk prenses ve yedi cücelerin” çıkacağını umduğu bir hal almıştı.

Tamam biraz fazla abartmıştım şirinliği ama çok güzel, içime sinen bir evim olmuştu.

Yaz başı düğünümüz olmuş ve ben mutluklar içinde, eşimle olan hayat birlikteliğine evet demiştim.

On beş günlük uzun bir balayından sonra, gerçek hayatımıza dönmüştük. İşler, evde misafirler yoğunluğu, birlikte bir düzen oturtma, iş bölümleri v.s derken bir bakmışız biz birinci yıllımızın sonuna gelmişiz.

İtiraf etmeliyim evlilikten bazı korkularım vardı, değişmeler yaşanacak mıydı, sürekli aynı evin içinde olmak bize ne gibi değişiklikler getirecekti, yine beni çok sevecek miydi yoksa monotonlaşacak mıydık gibi..

Ama bizim böyle şeylerimiz olmamıştı, hala birbirimizin gözlerinin içine bakıyor, anlayışlı davranıyor ve seviyorduk birbirimizi.

Üçüncü yılı devirmiştik, artık çocuk yapma düşünceleri, düşünmekten çok karar aşamasına gelmişti. Artık oturmuş bir düzenimiz, evimiz ve çocuk sorumluluğunu kaldıracak bir durumumuz vardı.

Otuzlu yaşların başındaydım, sevdiğin bir eş, inandığın bir baba adayıyla beraber olduktan sonra, bir kadın olarak çocuk yapma kararı bende de isteklilik uyandırıyordu.

Denemeler tutmuyor, birinci yıl, ikinci yıl, çeşitli yöntemler, uzmanlara danışmalar bir türlü başaramıyorduk. Ben çok hırslanmamıştım bu konuda, ama Tolga inanılmaz takılmıştı bu duruma. Mutsuzluğu gözünden okunuyor, çocuklu arkadaşlarıyla görüşmek istemiyor, hafta sonları eve kapanıyor, testlerde kendinde çıkan sorunun acısını yine iyiden iyiye kendinden çıkarıyordu.

Ben artık otuzlu yaşların sınırlarını, iyiden iyiye zorlayan yaşlardaydım. Doktorumuz da, çok umutlu konuşmuyordu bizimle. Gereken tedaviler yapılmış, yöntemler denenmişti. Kısacası Tanrı’dan umut kesilmezdi cümlesi, bebek için bizim hayatımızda geçerliydi.

O an hayatımda her şeyden çok önemli olan, Tolga’nın ruhi durumuydu. İçine kapanan, sadece eviyle işi arası mekik dokuyan. İş çıkışları beni alamayan gelen adamın, yüzündeki o tebessüm yerine, somurt ifadeyle karşılaşmak beni çok üzüyordu.

Hemen bir şeyler yapmalıydım, bir tatil programı hazırlayıp, onun şirket yöneticilerinden özel bir durumla ilgili olan bu organizasyon için izin alıp, ona sadece biletleri göstererek hiç soru sordurmadan tatile çıkmıştık.

Buralardan, ortamlardan uzaklaşmak ikimiz içinde iyi gelecekti. Bu tatil sırasında, bebek mevzusunu da orada kapatıp dönmeyi kararlaştırmıştım. Artık bu mevzunun, ikimizin önüne geçmesini istemediğimi ve olacaksa olur havasında bir hayatla yolumuza devam etmek istediğimi belirttiğimde, Tolga’dan gelen tek cevap “özür dilerim” olmuştu. Ellerimle onun ağzını kapatarak, birbirimize uzunca sarılıp bu mevzuyu derinliklere uğurlamıştık…

Döndüğümüzde, ikimizde yenilenmiş gibiydik. Aldığımız tatil enerjisi ile, işlerimize koyulmuş ve hayatımıza sanki yeni baştan başlamış gibiydik.

Odak noktam bir yerle çok ilgilenince, en yakın arkadaşım Selin’i çok ihmal etmiştim. Uzun süredir bir yöneticiyle birliktelik yaşıyordu, iyi gibilerdi. Benim koşuşturmalarım, iş yoğunluğumla çok fazla paylaşımlarda bulunmuyorduk ama Selin’i de çok mutlu görmüyordum.

Tatilden döndüğümde, onların ayrıldığı haberini Selin’den aldım. Üzgündü, artık evlenmek istediğini, onun kriterlerine uygun bir adam olduğunu, ilişkinin uzunluğundan iyiden iyiye o yolda olduklarından ümitlendiğini, bu ayrılığın nerden çıktığına anlam veremediğini söylüyordu. Kafası çok karışıktı, birkaç gece Tolga’ya durumu anlatarak onunla gece dışarı çıkmış ve hatta Selin’i bizim eve alarak bir-iki gece Tolga’yla misafir etmiştik.

Dediğim gibi kafası çok karışıktı ve bir süre sonra, biraz yeni ortamlar, biraz uzaklaşma bahanesiyle işten istifa ederek yurt dışına çıktı. Üniversite geçmişinden deneyimli olduğu için, orada şansını biraz deneyecekti ,olmadı dönecekti.

Biz kaldığımız yerden devam ediyorduk, bir gece elinde beyaz bir kutu ile Tolga evden içeri girmişti. Bu ne dediğimde aç demiş ve içinden bir anahtar çıkmıştı. Afallamıştım, ne olabilirdi bu. Duraksadığımda, elimden tutmuş ve bizim evin iki yan tarafına götürmüş ve orayı bana göstererek “Bu ev senin hayallerine bir adım daha yaklaşman için sana hediye edildi” diyerek bana aslında “masal evimi” almış olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

Kısa süre sonra işimden ayrılmış ve bu evi dekore etmek için canla başla çalışmaktaydım. Tolga da bana fikirleriyle destek vermekte, en yakınlarım, dostlarım hatta komşularım bile bu işim için benimle seferber olmuşlardı.

Yaklaşık üç ay sonra, masal evim içinde oyuncaklar, türlü çeşitli kitaplar, bir katında okuma köşesi, Çocuklar için ayrılan köşe ve hatta içinde küçük bir kafesi bile bulunmaktaydı.

Alt katta, camekanlı bölümde yastıklarla çevrilmiş bir bölüm. Bu bölüm dışarıdan geçenlerin de seyredebileceği gibi dekor edilmiş ve her cumartesi akşamüstü saat 5te bir masal dinletisi ile çocuklarla buluşmamı sağlıyordu.

Kısa sürede çok tutulmuştu bu yeni yerim, site içinde özellikle çocukların uğrak yeri olmuştu, şehre uzak oluşunu aldırış etmeden, duyan geliyor ve hatta bu ilgi belli kesimden basının bile dikkatini çekmiş, çekim yapmak için mekanıma gelmek istiyorlardı.

Çok mutluydum, Tolga da bu başarımla ilgili gururlanıyor ve yarattığım mekandan içeri girerken koltukları kabarıyordu.

Çünkü ; o benim içimdeki küçük kızı mutlu etmişti.

Benim çok isteyip beklediğim hayalimi, gerçeğe dönüştürmüştü.

Ben yoğundum, o aralar Tolga da işinde çok yoğunlaşmaya başlamıştı. Yeni bir departmanın daha sorumluluğunu ona vermişlerdi.

İkimizde gece geç saatlerde eve giriyor, geldiğimiz gibi de kısa bir sohbetten sonra yatmaya gidiyorduk.

Yoğunluğumun içinde birkaç yardımcıya ihtiyacım vardı tabi, bunların elemelerini yaparak iki kız bir erken olmak üzere küçük bir ekip oluşturmuştum kendime.

Çok sevecen, çalışmaya istekli ve cana yakın çocuklardı. İşlerini ve çalıştıkları mekanı evleri gibi benimsemişler ve kısa sürede bir aile olmuştuk.

Yalnız Tolga’nın, ekipteki genç delikanlıyla ilgili bir sorunu vardı. Durmadan bana onda uzak dur, sana olan bakışlarını görmüyor musun, onun sana bir ilgisi, hayranlığı var diyip duruyordu.

Bu mevzular, eve taşınıyor ve takılmış vaziyette her fırsatta o çocuğun mevzusunu ediyor ve tartışma konusu yaratıyordu.

İçine kapanık, mülayim, sakin bir çocuktu o. İşinden başka bir şey düşünmüyor ve terbiyesiyle herkesi kendine hayran bırakıyordu. Anlayamıyordum Tolga’yı…

Neydi içindeki ona duyduğu öfke..

Hayatlarımızda en düzenli ve iyi giden şey işlerimizken, biz birbirimizde monotonlaşmıştık.

Dediğim gibi sadece iş, ve eve gelip yatıyorduk. Ayda birkaç gece bir şeyler içmeye çıkıyorsak, bu bize büyük eğlenceydi.

Bir gece işten gelip maillerini kontrol etmiş ve bilgisayarı açık unutmuştu Tolga. Kapatmak için, masaya geçtiğimde yarın gelecek kitapların faturası mail atıldı mı diye mail kutumu açmıştım.

Açtığımı sanmışım..

En başta, Selin’den gelen bir mail vardı. Başlığı “ÖNEMLİ” diye geçiyordu.

Hemen açtığımda, o yarattığın oyuncak evi yakarım. Biliyorsun karının en çok istediği hayali yere bu dediklerimi uygularsam, onun canının ne kadar yanacağını ve böylelikle benimle ayrılırken söylediğin “karım benim canım” cümlesiyle senin canını nasıl yakmış olacağım biliyorum yazıyordu.

Afallamıştım birden..Hatta buz kesmiş.

Gecenin karanlığında, ev dar gelmiş ne yapacağımı şaşırmıştım.

Mail kutumu kontrol etmiştim, gelen mailler “hayır” bana değildi, Tolga’nın hesabı açık kalmıştı. Selin’den Tolga’ya gelmişti bu.

Birşeyler yaşamışlardı. Hayır ya, bu olamazdı. Nasıl kin ve nefretle bu satırlar yazılmıştı. Bir kadın yada bir insan bu kadar değişebilir miydi..? Senin canın olan dediğin sevdiklerin, hayallerini bu denli yıkmayı düşünebilirler miydi... ?

Ne yapacağımı bilmez halde, odaya gittim..Kapıdan içeri bir adım attım ve orada öylece uyuyan kocama baktım. Sırtını dönmüş, huzurla yatağındaydı.

Ne hissediyordu acaba,” hiç” mi ?

Sankince yattım yatağıma ve uyuyamadım tabi..

Ertesi sabah, hiçbir şey olmamış gibi kahvaltı masasında yanağıma bir öpücük kondurmuş ve işine gitmişti.

Öğlene doğru telefonum bilinmeyen bir numarayla çalmıştı, açtığımda arayan Selin’di..

Yurda döndüğünü, benimle görüşmek istediğini söylüyordu.

Oyuncak evime çağırmıştım onu. Malum buradan ayrılacak hiç zamanım yoktu benim.

Bir-iki saat sonra Selin buradaydı. Elinde bana yurt dışında değişik bulup getirdiği çeşitli kitaplar ve özenle seçilmiş hediyeler vardı.

Nasıl bu kadar oynayabiliyordu ?

Ona bir çay koymuş ve sohbeti anlam veremediğim halde, dönüp dolaşıp bu mekanı ne kadar çok sevdiğimi anlatarak, benim için ne denli önemli olduğunu vurgulayarak sürdürüyordum.

Hiçbir mimik kullanmadan beni dinliyor, ve cümlelerimin sonunda dudağının yanını yavaşça kaydırarak tebessüm yapmaya çalışıyordu.

Buraya bomba gibi geldiğini, o kadar yıl orada durduktan sonra, buradan çok iyi iş teklifleri aldığını belirterek, akşam üstüne doğru “görüşürüz canım” diyip mekandan ayrılmıştı.

Kapıyı kapattığımda, inanılmaz sıkıştığımı ve çok ağır bir yük taşıdığımı hissediyordum.

Birkaç gün sonra evlilik yıldönümümüzdü. Sekizinci yıllımızı sonlandırıyorduk. Beraberliğimizle toplam on bir yıldır birbirimizin hayatındaydık.

Ve o gün geldi çattı..Tolga telefonla beni arayarak, akşam yemeğe çıkalım demişti. Benim ben olmadığım bir zamanda gelen telefonla, tamam demiş ve telefonu kapatmıştım.

Yemeğe çıkmıştım, hiçbir şey yokmuş gibi benim yüzme bakıyor, geçmişliğimizden ve şuana kadar yaşadıklarımızı güzelliklerle anlatıyor ve her şeyin en güzelini hak ettiğimi söylüyordu.

Bu içten içe bir af dileyiş miydi ? Bir özür ? Bu Tolga olamazdı, bu kadar oynayamazdı ?

Yıldönümü hediyesi olarak güzel bir kolye ve içinde bir kart vardı.

Bunların beni zerre kadar ilgilendirmediği bir andaydım..!!

Geceye devam edecekken, Tolga’ya bir telefon gelmiş ve o huzursuzlaşarak eve gidelim mi ? demişti .

Zoraki geçecek bir gece yerine, benim için de iyi bir seçenekti bu.

Aklımın ucundan hiç geçmemişti öyle bir sahneyle karşılaşacağım…

Eve yaklaştığımızda, alarm şirketinden ve komşulardan Tolga’ya ardı ardına telefon geliyor, Tolga arabayı kullanırken sadece “kahretsin, kahretsin” sözcükleriyle direksiyona vuruyordu.

Ne oldu ? sorusuna cevap alamadan, oyuncak evimin alevler içinde olduğunu gördüm.

Bembeyaz mutluluğum, siyahlara boyanıyordu.

Beyaz bendim, beyaz masallarımdı.

Beyaz benim oradaki çocukluğum ve içinde bana uğrayan çocuklarımdı.

Beyaz….

Olduğum yerde kalakalmıştım. Belli bir süre sonra çığlıklarım ve anlam veremediğim bir kanama ile hastaneye kaldırılmıştım.

O gece.. Tolga’yı, oyuncak evimi , hayatımı ve bilmeden bebeğimizi kaybetmiştim..

Uzun bir süre sessizliğe gömüldüm, yanımda sadece Annem, Babam ve o çok sevdiğim çalışanlarım vardı.

Kimseyi istemiyordum.

Uzun bir süre hayatta olduğumu anlayabilmek için, destekler aldım.

Ve hayattayım....

Şimdi bir tatil beldesinde, bembeyaz küçük bir kitapçı dükkanım ve komşu okullardan bana uğrayan birkaç ufak öğrencilerim var.

Ha bu arada yeni bir sevgilim ve bir de beyaz köpeğim.


NEMZA SİNANOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER

 

Diğer yazıları liste halinde görmek için tıklayın >

Favorilerinize ekleyinAnasayfaya dönPaylaşın
cosmoturk önerisi
GÜNLÜK FALINIZ
HAVA DURUMU
Anket
Aşk mı, Para mı?
Aşk
Para
>