Evlendim, barklandım; şimdi nereden çıktı bu eski ilişkiler! İnsan çevresine duyarsız kalamıyor ki... Sürekli yeni ilişkilere, biten ilişkilere, biten ilişkilerin bitmeyen sorunlarına şahit oluyor. Hele bir de %90’ı kadınlardan oluşan bir ofiste çalışıyorsanız, böyle şeylere ister istemez şahit olursunuz. Benim de buradan çıktı işte bu haftaki yazım. Benim şeker mi şeker, güzel mi güzel asistanım Güneş’in kalbini kırmış -tabiri caizse- hıyarın biri. Diğer yanda uzun yıllardır tanıdığım başka bir arkadaşım, yan odada hergün eski sevgilisinin taciz telefonlarıyla uğraşıyor. İçimden diyorum ki allahtan canlarım, çocukluk arkadaşlarım Gözde, Senem ve sevgili ablacım Özge kendileri gibi şeker mi şeker eşler bulup evlendiler ve artık ilişki sorunları sınıf atlayıp “sen beni aramadın, sen şöyle yaptın, ben seni haketmiyorum” zırvalarından sıyrılıp daha mantıklı konuşmalar çerçevesinde geçebiliyor.
Güneş diyorum ama hepimiz zamanında yaşamışızdır, bir çoğumuz belki hala yaşıyor “eski sevgili” sendromunu. Biriyle görüşmeye başlamış Güneş bir zaman. Gerisi pek de yabancı olmayan bir hikaye.. Çocuk kızın peşinden koşar, kur yapar. Dünyanın en centilmen ve duyarlı erkeğidir, sürekli arar. Sonra birden sen ne olduğunu anlamazsın ve gelip şöyle bir konuşma yapar “ben seni haketmiyorum aslında, seni üzüyorum sen daha iyilerini hakediyorsun”. Sonra aramalar kesilir, sen üzülürsün. Devamında ise hep olan şey, tam sen onu unutursun adam bir anda seni hakettiğine karar verir ve aramaya başlar; hiç alakasız biryerde karşına çıkar. O kadar çok kişi var ki çevremde bunları yaşayan. Ben, sen, o aynı olmasa da, benzer durumlarla karşılaşmışızdır hepimiz. Şimdi “evlendim bitti” diye buradan ahkam kesmek haddime değil tabi; ama cidden duyarsız kalamıyorum ve sinirleniyorum.
Çağan Irmak filmi “Issız Adam” sanırım bu yüzden çok sevildi. Aşk filmelerinden nefret etmeme ve bu konuda çok önyargılı olmama rağmen izleyip “vay be!” dediğim nadir filmlerden biri oldu bu film. Basit bir aşk hikayesi bu kadar mı güzel anlatılır, bu kadar mı “bizden” olur. Okuduğum yorumlara baktığımda da neredeyse herkesin aynı şeyi düşündüğünü gördüm. Film herkesin içinde sakladığı bir yaraya dokunmuş bence; çünkü herkesin hayatına bir “ıssız adam” isabet etmiştir sanırım.
İşte ben bunlara “ıssız adam” değil; “sığ adam” demek istiyorum. Lütfen kimse yanlış anlamasın, feminist falan değilim. Dedim ya, etrafımda sorun yaşayan o kadar arkadaşım var ki, bunları yazmadan edemiyorum. Aslında eskiden kızdırsa da şimdi komik geliyor erkeklerin bu halleri. Binbir çaba, binbir numara. Eziyet resmen iyi ki erkek olmamışım! Düşünsenize elde etmek istediğin herneyse(!), bunun uğruna binbir alavera dalavera, işin yoksa uğraş kızı ara sor, dışarı çıkart, bir de erkekliğe ... sürdürme hesap öde, üşüsün paltonu ver, arkadaşlarıyla kaynaşmaya ve onlara da sevimli gözükmeye çalış, evine bırak, dinle, ilgili gözük falan... Sonra hevesini almana sebep olan her ne ise, beraber olmak mı, onun da kalkanlarını indirip senden hoşlanmaya başlaması mı, bunları elde edince de dön git. En fazla iki gün için bütün bir ay uğraş dur, ağır gelecek belki ama, aptallık değil de nedir bu? Hele sonrası tam zırva. Bir de başından atma kısmı var. Orada bari yaratıcı ol, ya da erkek ol “istemiyorum, üzgünüm” de ve çek git. Yok, her zaman suç sende olucak ki “düzgün adam” şeklini korusun, o çabaladı ama olmadı.... Sen ya başının etini yemişsindir, ya çok sıkboğaz etmişsindir, yada sen o kadar iyisin ki ben seni haketmiyorum olur. Bu sonuncusu en kötüsü ve en acınası durum zaten. Filme bile konu olmuş. Erkek bunu söylüyor, kız da diyor ki: “ bu lafları size kızılay mı dağıtıyor?” Kız bunu söylediğinde bir sürü kişi “hay ağzına sağlık” demiştir sanırım...
Ha, şimdi sanmayın ki “ne hakkınız var bu kızlara bunu yapmaya?” diyeceğim. Aksine! Cidden kaba olacak ama, salakmısınız yahu! Aslında bu her iki cins için de geçerli. Çok anasının gözü değilsen ve oyun oynamak istemiyorsan, neden inanmayasın ki bu kadar çabalayan bir insana? Bir de şu boyutu var tabi işin, (karşındaki biraz kafası çalışan biriyse tabi!), o da oyuna katılmak istemişse ve farkındaysa olanlardan kendine nasıl pay çıkartabilirsin ki “bak nasıl elde ettim” diye. O izin vermediği sürece sen ne yapabilirsin ki! hiç bu aklına gelmiyor mu? Birşey paylaşmak istemediğin bir insana bu kadar kendini paralama ve çaba neden? Eğer bunu sonradan anladıysan, e kardeşim insan biraz yaratıcı olur, “seni haketmiyorum” ne demek? Adam ol da, haket o zaman! Kendine uygun bulmadıysan da erkek ol, o kadar kendini paralıyıp çaba göstereceğine, dürüstce çık karşısına söyle. Hadı bunu da yapamadın, emin olmadan neden böyle saçmalarsın da sonra aradan 1 ay geçer aramaya başlarsın tekrar, bari bir açık kapı bırak emin değilsen...Ya da kendi yaptığın şeyin saçmalığının farkındasın madem, bir de neden vicdan azabı duyup üzerine “suç sende, beni çok sıktın, çok aradın” vs. gibi şeyler söylersin! Bari bırak kız seni kötü sansın, unutsun. O da erkekliğe sığmıyor sanırım...
İşte “biten ilişkilerin bitmeyen sorunları” da tam burada başlıyor. Bu bir kısır döngü sanırım. Böyle adamlara ya da ilişkilere her yerde rastlanır, böyle şeylere her zaman üzülür insan, taş değiliz ya! Hele bir kadının canını en çok acıtan, yelkenlerini tamamen indirdikten sonra, karşındaki adamın kendini değersiz hissettirmesi galiba. Bunları her kadın neredeyse benzer şekillerde yaşamıştır. “Akıllı olun da bunlara kanmayın” klişesi saçma olur, hatta söylemek de bana düşmez. Birine tamamen güvenmeyi istemeyi “akılsızlık” olarak nitelendirmek çok acımasız bir yorum olur. Belki de tek yapılması gereken, hayatına giren bu saçmasapan adamları “saçmasapan” olarak kabul edip, kendini de çok yargılamadan “o dönem bunu yaşamak istedim ve yaşadım” diyerek geçiştirmek... “Güçsüz ve duygusal bir zamanıma geldi o yüzden bunu yaşadım” diyebilmek, “ben salakmıymışım ona güvendim” demekten daha rahatlatıcıdır. Bir de şunu söylemek istiyorum, sevgili Güneş ve benzer şeyleri yaşayan herkese, böyle adamlar olmasa karşınıza düzgün adam çıktığında anlamazsınız. Böyle saçmalıklarla uğraşmaya o kadar kaptırırsın ki, hatta belki bu üzüntü hali, duygusallık hoşuna gider, evine gider duygusal müzikler dinler ağlarsın içersin vs. kendini suçlarsın saçma sapan. Hele bir de “keşke bu kadar güvenmeseydim, keşke aramasaydım, aman keşke bu kadar başının etini yemeseydim”lere girersen, o işte sakat bir durum.
Üstüne küçülen bir elbisenin tekrar tekrar içine sığmaya çalışmak, hem sana kilo aldığını düşündürüp canını sıkar, hem kendine güvenini kaybettirir, “küçüldü” diye kaldırıp kenara atmak en iyisi!
İmge Özbek Reyhan
imgeozbek@gmail.com
İMGE ÖZBEK
YAZARA E-POSTA GÖNDER