Son günlerde olanlar, size de ara ara V for Vendetta filminin içinde yaşıyor gibi hissettiriyor mu? Belki hedeflenen asıl değişiklik henüz olmadı ama çok şey değişti ülkemde.
Tüm eski kahramanlarım affetsin beni ama neden oyalanmışım bunca zaman Superman ile Spiderman ile ülkemin ÇARŞI’sı varken? Bunu sorup duruyorum kendime günlerdir. Yıllarca çoğu kişi tarafından “anarşik gençler” olarak bile anılan grup, sözcü oluyor, yetmiyor öncü oluyor ciddi bir kalabalığa. Artık milli kanalımız Halk TV oldu mesela neredeyse. Ne varsa ortada ne oluyorsa merak ettiğimiz yerlerde, canlı canlı gösteriyor çünkü her şeyi. Biraz nefes almak istediğimizde Zaytung’a bağlanıyoruz. Her acının en tatlı yönünü buluyorlar çünkü oradakiler. Sinirden güldüren anları önümüze seriyor. Güvenmek istediğimiz zaman Redhack’e dönüyoruz. Bu zamana kadar onları belki sadece birkaç veletten ibaret zannedenler bile biliyorlar artık ne yapmaya çalıştıklarını onların. Taksim’deki pasif direnişçi videosunu gördükten sonra, yaşananların gerginliğini birkaç saniyeliğine de olsa üzerinden atmaması imkânsız insanın. Yaratıcı zekânın eseri mizah dolu sloganları görüp de gülümsememek elde değil. Bir direnişin, ayaklanmanın ortasında sırf dâhil olduğunu, insanına destek olduğunu anlatma çabasında olan ama slogan yazma fırsatı eline geçtiğinde aklına o an bir şey gelmeyen birinin duvara yazdığı “slogan bulamadım” yazısından anlaşılıyor nasıl temiz, nasıl şeker insanlardan oluştuğu memleketimin.
İşin siyasi ve en ciddi boyutlarını yazan, konuşan, durumları değerlendiren ve muhtemel sonuç ihtimallerinden bahseden çok. Bütün bunlar başka bir birikim, bakış açısı ve yetkinlik gerektirir. Ben öyle konulara aklı yetenlerden değilim. Hissettiklerimi anlatır içimi döker giderim. Yaşanan olayların getirdiği sonuçlardan belki de en güzeline takılmış durumdayım şu aralar ben de herkes gibi: şiddete karşı gelebilecek tek güç olan işin “mizah” yönüne. Paranın geçmediği, komün hayatın sürdüğü konuşulan alanda, belki de şu anda o meşhur Kızılderili sözü hayata geçiriliyor. Son balık tutulmadan, son nehir kurumadan, son ağaç kesilmeden anladı belki de beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu. Belki de kurtulduk paranın lanetinden. Emin değilim. Ama umutluyum. Mizahçıları kıskandıran dehaların duvarlara, pankartlara yansımaları göz alıcı olmaya başladı hatta. “Dünyayı mizah kurtaracak bir sloganla başlayacak her şey” diye düşünmeye başladım. Son 12 günün acı veren yönleri ise yaralı ve ölü sayıları ile kalmıyor. Halkıyla inatlaşan ve ona göre halkın %50’sinin, diktatör olduğunu düşünmelerine rağmen üzüldüğünü belli etmeyen sinirli bir adam, %100 öfkeyle karışık hüzün saçıyor etrafa. Daha da kötüsü üzüldüğüne, umursadığına dair bir tek ifade göstermiyor. Kendimi bildim bileli empatik olmak için her yolu denerim. Bu sefer ben bile bunu yapamıyorum. Çünkü kendimi onun yerine koyduğumu düşündüğüm an kalbim sıkışıyor. Diyorum ki, ben onun yerinde olsaydım halkıma döner özür dilerdim şiddetimden. Yanlış anladınız derdim, açıklama yapar bir şekilde gönüllerini alırdım ne bileyim, diyorum. Ama sonra düşünüyorum, ben onun yerinde olsaydım olayları bu noktaya getirmezdim ki zaten. Seslenemezdim kimseye “ananı da al git” diye. Beni seçmiş bir milletin geçmişindeki en büyük lidere ayyaş demeye varmazdı dilim. Haydi bir şekilde oldu bunların hepsi, unutturmak için elimden geleni yapardım sonradan da olsa. Aslında onu demek istemediğimi anlatırdım onlara. Yüzdelere ayırmak ya da öyle yapar gibi görünmek yerine aralarında olurdum insanların.
Baktım olmuyor böyle, faydalarına abandım ben de bu son 12 günün. Halk özlemiş birbirini diye düşündüm. Birlikte vakit geçirmeyi. Sadece tribünlerde ayrı fikirleri savunurken başka fikirlere saygı duymayı unutanların da hafızası tazelendi bu bahaneyle. Yardımlaşması meşhur ülkemin pratikte nasıl başarılı olabildiğini hatırladık hep beraber. Üretmeyi sadece para karşılığı yapmaktan sıkılıp, insanın üstün zekâsında sakladığı kıyılardan köşelerden çıkardığı mizah pırıltıları saçıldı çünkü etrafa. Öyle ince dokunuşlar, öyle tatlı espri üstü başarılar var ki, onları üretenlerin beyninden öpesim, akıllarını okşayasım bile geliyor okudukça. Kimi “100 yılda bir gelir böyle lider” diyor kimi de bildiğiniz başka şeyler söylüyor. Tam bir lider olabilmenin en önemli özelliğini “merhamet” kabul ettiği için diğer bütün özelliklerin gölgede kaldığını düşünenler de yok değil. Ben iki arkadaşımdan birinin bile bana küstüğünü hakkımda olumsuz şeyler söylediğini duysam bunalıma girerim diye düşünürken ona yüz binler öfke kusuyor. Ama o belki de hala farkına varamıyor durumun. İnanamıyor belki de. Umursamıyor olması ise onu dinleyenin aklına getirttiği en kötü durum olsa gerek. “Sandıkta görüşürüz” imasını düşünüyorum haksız yönünü bulamıyorum. Karşısındakiler 2–3 ya da 4 alternatif parça parça yüzdelere sahipken tek başına %40ları %50leri bulan bir oluşum tabi ki iktidar olacaktır. Gayet mantıklı ve matematiksel açıdan kabul edilebilir olsa gerek. Peki ya sokaktakiler? Kime oy vermeyeceğini bilenler, verdikleri oyun bölündüğünün bölüneceğinin de farkındadırlar. Çünkü zannedildiği gibi çapulcu değil aklı başında insanlar ülkedeki sokakta, ayakta duranlar.
Bir ülkenin gençleri, yaşlıları, büyükleri, küçükleri, adamları, kadınları, sanatçıları, hukukçuları, akıllı başlıları bağırıyor. Bir şeyler söylüyor anlatmaya çalışıyor. Tek yapılması gereken gerçekten dinlemek ve ülkeye yakışır şekilde barışçıl bir sonuç bulmak. O kalabalığın arasına girmek, çimlere oturup herkesi çevresine toplamak, “ne istiyorsunuz gelin bir konuşalım anlaşalım”demek. Beni mi istemiyorsunuz, yoksa gerçekten sadece Topçu Kışlasını mı? Ya da her ne ise. Bu halk o kadar affedici o kadar kincilikten uzak ve merhametlidir ki böyle bir karşılığa vereceği tepki zaten insancıl olacaktır. Bir ülkeyi temsil etmesi için seçilen kişinin korumayla dolaşması ne demek? Neden gerek olsun ki? Birini seçen halk o kişiyi yolda görebilmek, onu selamlayabilmek onunla konuşabilmek ister bu kadar basit. İşlerin bu noktaya gelmesi ise, kendilerini çok uzak hissettikleri için olabilir mi acaba? Ülkeyi ve içindekileri şiddetten temizledikten sonra geriye ne sorun kalır ki? Bunu fark edebilmek için gerek duyulacak zekâ gerekli kişilerde muhakkak ki var. Yeter ki buna zaman ayırsın ve sadece düşünsün insan. Ve sevsin kendi gibi olanı da olmayanı da.
Ferhan PETEK
Köşem Sultan ®
http://www.facebook.com/pages/Ferhan-Petek/40815501931
https://twitter.com/#!/Fername
twitter: @Fername
FERHAN PETEK
YAZARA E-POSTA GÖNDER