Hayatın anlamını, herkesin gittiği okullara gidip, herkesin çalıştığı yerlerde çalışıp, hafta içi iş arkadaşlarımızın bahsettiği yerlerde geçirip, yaşamak sanıyoruz ya, çok üzülüyorum.
Basmakalıp eğitim sistemi, evde ona benzer kalıplarda ahlak, davranış setleri, alınan oyuncaklar, gelecek planları... O en sevdiğimiz, canımızdan çok değer verdiğimiz çocuklarımızı da kendi köleliğimizin içine hapsediyoruz, farkında mısınız?
Sonra plazanın alt katında kahvaltı masasında, kendinden ve hayatından mutsuz insanlar durmadan söylenip işe gelip, hiçbir şeyi değiştirmeden yaşamaya devam ediyorlar. Değiştiremezler ki...
Hayal güçleri bununla sınırlı. Okulda bunu öğrendiler, evde aileleri onlar bu hayatı yaşasın diye borç harç içinde bir hayat sürdüler. Bu dünyanın dışında nasıl bir dünya var, bilmiyorlar, hayal bile edemiyorlar.
Başarı kavramları, kurumsal bir yere girip çalışmak, kendisine benzer iş arkadaşlarıyla gün geçirmek, bir kaç eğitim alıp, uzmanlaşmak, asla kurtulamayacağı bir hayatın kölesi olmak. Bu arada herkesin gittiği okullar falan derken, Türkiye'de yaşayan insanların küçük bir kısmının yaşamaya gücünün yettiği bir hayattan bahsediyorum ve anne babaların, maaşlarının büyük kısmını okul parasına yatırdıkları bir eğitimden. Yani, bu söylenen insanlar bir çok kişiye göre çok şanslılar, nereden baktığınıza bağlı olarak.
Hep düşündüm, Can doğduğunda gidelim küçük bir yere ve orada yaşayalım, O da esir olmasın bizim olduğumuz klişelere, diye. Ama her gün şikayet ettiğim bu hayatın konforlu kısımlarını bırakmayı göze alamayıp, risklerinden korkup, artık çıkılması çok zor olan düzenin içinde kaldım. Eğer eşim de benim gibi düşünseydi, gerçekten yapma ihtimalim çok yüksekti, öyle geliyor. Belki de o ısrarla istese ben korkup, onu vazgeçirecektim.
Tutkuyla bağlandığın bir iş, merak, inanç, bilmiyorum ama insanı hayata bağlaması gereken bu aslında. Her insanın kendisini yaşaması, ifade etmesi için böyle bir şeye ihtiyacı var.
Güneş tutulmasını izlemek için dünyayı dolaşmak, durmadan bu konuyla ilgili bilgi toplamak. Farklı kültürler tanımak için bir sürü ülke gezmek, yardım etmek için kendini seferber etmek ve tüm kaynağını yardım etmek istediği insanlara, hayvanlara aktarmak.
Gerçek olan budur. İnsanın ne istediğini, ölürken içinin rahat gitmesi için hayatını nasıl geçirmesi gerektiğini önceden fark edebilmesidir.
Yoksa çoğunluğa uyup, kalıplar içinde yaşamak, birbirinden bu kadar farklı insana nasıl iyi geliyor olabilir ki?
Para, ev, araba, telefon, tatil dışında gerçekten ruhumuza kattığı ne? Tamamen maddesel ihtiyaçlar bunlar ve biz bu maddelerin peşinde ömrümüzü geçirmeye dünden razı olduğumuz gibi, bizden sonra gelenleri de buna hazırlıyoruz.
Fenerbahçe kutlamaları sırasında düşündüm, ulan hayat elimizden gidiyor kalkın yürüyelim sokakta desem, yanımda bir kişiyi bulamam. Oysa herkes nasıl da birdi, sokaktaydı, Fenevli olmalarına rağmen hayran hayran izledim, insanların o ihtiraslı, neşeli hallerini. Acaba futbol veya tuttukları takım dışında başka neye böyle tutkulular dedim, içimden.
Onun için herkes mutsuz, hafta sonunu bekliyor, tatil için gün sayıyor.
Bu hayat bize rutini devam ettirmekten başka ne sağlıyor?
Müzik: Hooverphonic
ASLISIN
YAZARA E-POSTA GÖNDER