Dün akşam eve yürürken bir teyze gördüm yolda. Başını örtmüş, başörtüsünün altından görünen alnı kırışıklarla dolu. Kaşları simsiyah, düz ve kalın. Hiç cımbız görmemiş belli.
Burnu, ağzı, gözleri o kadar sert ki; birden bir insan nasıl bu kadar sertleşir, diye gözlerim ona takılı kaldı, iki adım arasında.
Hayat mı insanlara çok acımasız davranıyor ve hatlar, bakışlar böyle sertleşiyor yoksa insanlar hayata sert bakınca, hep sert ve acımasız yüzünü mü görüyorlar acaba, diye sordum kendi kendime.
Hayatın herkese eşit davranmadığını baştan kabul edelim. Kimi çocuk, aylar önceden pembeler, mavilerle, yatak odası takımı, doğum fotoğrafçısı planlanarak doğarken; kimisi anne karnında olduğu sürece istenmeyip, doğduğunda da boş bir araziye bırakılıveriyor. Ya da daha küçücükken sokaklarda, kimsesiz kalıyor.
Peki hayat bize ne yaparsa yapsın, yaşarken ne kadar çok şey öğreneceğimiz, nelerden tat alacağımız, ne kadar çok sevgi ile dolacağımız da hep bize bağlı değil mi?
Elleri olmayan bir adamın çizdiği resimlerle büyüleniyorsak, görmeyen bir adamın bestelediği müzikle kendimizden geçiyorsak; bu hayata da dört elle asılmamız gerekir gibi geliyor.
Bu arada, nereden bu kanıya vardım ben? O teyzenin çok sert olduğuna, yüzündeki sertliğin kalbini yansıttığına?
Teyzenin yüzü çok sertti ama belki pamuk gibi bir kalbi var ve sokakta yürümediği zamanlarda da hep gülümsüyor olabilir mi? Ben sadece iki adımlık mesafede onun yüzünün aldığı en sert çizgileri görmüş olabilir miyim?
Ahkam kesmesi kolay. Son anda kesmekten alıkoydum kendimi.
Darısı başınıza.
ASLISIN
YAZARA E-POSTA GÖNDER