ÇOK HIZLI GİDİYORUZ, RUHLARIMIZ GERİDE KALIYOR…
“Sessiz Notlar olmalı köşemin adı” diyorum kendi kendime hızla giden arabanın arka koltuğunda düşüncelere dalarken. Evet, “Sessiz Notlar”… Dillendirmediğim, sadece zihnime ve yüreğime aldığım notlar.
Kaç zamandır nedenini henüz anlayamadığım bir yorgunluk hissediyorum üzerimde. Bedensel bir yorgunluk gibi ama belki de yorgun düşen ruhumun belirtileriydi bu yorgunluk halleri. Kim bilir belki de, bedenime yetişmeye çalışırken ya da zihnimin içerisinde anlamsız bir telaşla oradan oraya koşturan düşüncelerimin ve yüreğimde sebepsiz iniş-çıkışlar yaşayan duygularımın peşinde koştururken nefessiz kaldı ruhum.
Geçmiş zamanlarda dinlediğim bir öyküyü anımsıyorum. Öykü aslında Michelangelo Antonioni’nin 1995 yapımı “Bulutların Ötesinde” adlı filminden bir sahne. Genç ve güzel kız, günün birinde bir kafede gizemli bir adam ile tanışır. Genç adam kıza şu öyküyü anlatır;
“Bir zamanlar Afrika’da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar beraberlerindeki yükleri o bölgede yaşayan yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkarlar. Kafile, zorlu doğa koşullarında, balta girmemiş ormanlarda ilerleyerek, nehirleri-çağlayanları geçerek devam ederler günlerce. Günlerden bir gün yerliler birden bire dururlar. Taşıdıkları yükleri yere indirip hiç konuşmadan beklemeye başlarlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen Batılı arkeologlar bu duruma bir türlü anlam veremezler. Yerliler ise hiçbir şey yapmadan büyük bir suskunluk içerisinde sadece beklerler. Yerlilerden biri Batılı arkeologlar için anlaşılmaz olan bu durumu dillerinden anlayan rehbere şu şekilde ifade eder; “çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kalıyor”…
“Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kalıyor” diye yinelerken içimden, arka koltuğunda oturduğum arabanın hızı ürküttü bir anda. Öylesine hızlı gidiyorduk ki dışarıdaki nesnelerin hiçbirini seçemiyordum. Hızla kayıyordu yol kenarındaki her şey. Bir şeyler görüyordum ama ne olduklarını tanımlayamadan geçip gidiyordu. Yarım yarım bütün görüntüler….
Yaşamımı düşünüyorum şimdi. Hızı korkutuyor sanki. Arabanın camından hızla kayan görüntüler gibi geçiyor aslında her şey… Büyük bir hızla ve ne olduklarını anlamadan!
Yarım yarım sanki…
Hep acelem var gibi hızlı hızlı atıştırıyorum hayatı.
Önüne geçilemeyen bir hızla geçiyorum her şeyi.
Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışır gibi.
Sürekli kaygılı, sürekli nefes nefese…
Peşimden bana yetişmeye çalışan ve yorgunluktan bitap düşüp nefessiz kalan ruhumu canlandırıyorum gözümde bir anda. Ne acı! Zavallı ruhum, ne acı!
Yavaşlamalı biraz! Manzarayı, manzaradaki mutlulukları ve güzellikleri görmek, içine sindirmek için durmalı biraz hatta!
Şoföre yöneliyorum;
“Baksana bahar gelmiş, farkında değiliz. Arabayı durdurur musun, çiçek açmış şu ağacın renklerini izlemek, kokusunu içime çekmek istiyorum.”
Gülay Akçakoca
gulayakcakoca@tasarim-atolyesi.com
GÜLAY AKÇAKOCA
YAZARA E-POSTA GÖNDER