Geçtiğimiz ay küçük bir tatil yaptım. Kışın yorgunluğunu, bezginliğini ve karamsarlığını mavi denizlere bırakmak istedim.( deniz her pisliği temizler, her derdi alıp götürür derler ya!) bir kez daha denemek istedim. İyi de oldu. Biraz olsun beynim dinlendi. Sinirlerim gevşedi. Uçsuz bucaksız denize bakarken, daha net gördüm bazı olayları, sis perdeleri daha çok aralandı ve kendimi, karekterimi ve tanrının bana bahşettiği güzellikleri ve hep kırılsa da yüreğimi sevdim.
“Meslek hastalığı” diye bir şey var.Ben buna çok inanırım. Çünkü , yıllardır ne zaman bir tatile çıkmaya niyetlensem, kendi kendime “Sadece tatil yapacağım. Hiç bir şeyle ilgilenmeyeceğim ve gazeteci olduğumu unutacağım” derim ama, bunu bir kez bile yapamadığımı ve yapamayacağımı bilirim. Ne zaman bir yerde bir kıpırtı olsa, yarı uykulu olsam bile, hemen ayağa kalkar, makinemi elime alıp, oraya doğru giderken bulurum kendimi.
Bu kez de bir aile takıldı gözüme, Kara İncir plajında. Dünya güzeli iki çocuk. 4 yaşlarında kıvır kıvır sarı saçları olan ve masmavi gözleriyle Barby bebekleri andıran bir kız ve 6 yaşlarında onun erkek versiyonu bir oğlun çocuğu. Kollarında kollukları, plastik simitleri ile denize girip çıkıyorlar, kenarda kumdan kuleler yapıyorlar.
Ağaçların altında çekilmiş iki şezlonkta anne babaları uzanmış. Erkeğin etrafı gazete , mecmua dolu. Birini alıp birini bırakıyor. Kadın erkeğe göre oldukça genç görünüyor. Çocuklar ona hiç benzemiyor. Çünkü kadın esmer güzeli. O da mecmualara bakıyor ama, gözü hep çocukların üzerinde. Onlar denize girince o da onlarla birlikte giriyor, onları yüzdürüyor, çıkınca duşa götürüyor, kuruluyor, kremliyor ve gözünü üzerlerinden bir dakika ayırmıyor.
Elinde su şişesi. İkide bir yerinden kalkıp onlara su içiriyor. Kuma attıkları şapkalarını alıp başlarına geçiriyor. Çocuklar annelerine karşı itatkar, hiçbir şeye itiraz etmiyorlar. Yaptıkları kuleleri annelerine gösterip onun beğenisi kazanmaya çalışıyorlar. O da hep onları alkışlıyor, yüreklendiriyor.
Erkek havanın da etkisiyle, arada bir uykuya dalıyor ama kadın gözünü kırpmıyor. Belli ki aklı çocuklarda. Öğlen olunca onları alıp önce duşa götürüyor, sonra yemeklerini yediyor, sonra da uykuya götürüyor.
Birkaç gün sonra kadınla dostluk kuruyorum. Ve bu çocukların eşinin ilk eşinden olan çocukları olduğunu, evlenirken çocukların annelerinde olmasına rağmen, evlendikten kısa bir süre sonra annelerinin “ben bu çocuklara bakamıyorum” diyerek getirip bıraktığını ve iki yıldır bu çocuklara kendisinin baktığını öğreniyorum.
“Zor olmadı mı?” diye sorduğumda.
“Önceleri hiç tecrübem olmadığı için zor oldu. Çocuklar da bana alışana ve benim samimiyetime inanana kadar biraz bocaladılar ama sonunda sevgi her şeyi halletti. Şimdi aramızda hiçbir problem yok. Onları çok seviyorum.”
“
Peki anneleri çocuklarla ilgileniyor mu?”
“İstediği zaman telefon ediyor ve gönderiyoruz. Ayda bir kez falan günü birlik alıp bırakıyor.”
“Velayet annede mi?”
“Evet! Ayrılırken bayağı sorun olmuş.Çocukları vermemek için çok direnmiş ve çocuklar küçük olduğu için anneye verilmiş.”
“Şimdi de babaya veya size eziyet olsun diye mi size yollandı çocuklar ?”
“Bilemiyorum. Ama ben şu anda çok mutluyum. Onları gerçekten çok seviyorum. Onlar da beni çok sevdiler. Ben, onları, bana “anne” demeleri için katiyen zorlamadım ama kendiliğinden “anne” demeye başladılar. Şimdi en büyük korkum bir gün annelerinin “ çocuklarımı geri istiyorum” diyerek onları bizden geri alması. Benim için korkunç bir durum olur.”
“Peki siz bir çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?”
“Şu anda dünya güzeli iki çocuğumuz var. Ama önce onların fikrini alacağım, eğer isterlerle onlara bir kardeş daha vermek isterim.” Derken gözünü bir an olsun çocuklardan ayırmadığını görüyorum ve kendi kendime düşünmeden edemiyorum. Hep bir “Üvey anne” imajı vardır. Kötü, kıskanç, çocukları aç bırakan, döven, eziyet eden ve babalarıyla aralarına girmeye çalışan kötü kalpli bir kadındır “üvey anne.” Oysa işte, böyle altın kalpli, çocukları incitmemek için elinden geleni yapan, onların üzerine titreyen,yüreğini ve kucağını açan üvey annelerde var. Hem de azımsanmayacak kadar çokkk…
“Cennet annelerin ayaklarının altında” derler. İyi kalpli üvey annelerin öz annelerden daha çok cenneti hak ettiklerini düşünüyorum. Onlar başka kadınların doğurduğu çocuklara annelik yaptıkları için cenneti daha çok hak ediyorlar.
Bizlerde artık ön yargılardan kurtulmalıyız ve kurunun yanında yaşın yanmaması için, iyileri kötülerden ayırmalıyız. Gerçekten yüreği sevgiyle dolu üvey annelere ( üvey anne demeye inanın dilim varmıyor) gereken saygıyı ve sevgiyi göstermeliyiz.
Tekrar buluşuncaya kadar sevgiyle kalın.
ÖZCAN KANDEMİR
YAZARA E-POSTA GÖNDER