La Défense
Güne daha geç başlayabildiğim sabahlar yaşıyorum bir süredir.
Paris’in iki buçuk kilometre dışında bir noktada, La Défense’te, herkesi hızlı adımlarla yürürken görüyorum. Bir binadan diğerine, metrodan işyerine, işyerinden eve ya da otele koşar adımlarla giden yüzlerce binlerce insan ve bisikletli gözümün önünden geçip gidiyor. Sabahın yedisinde hava kapkaranlık, saat dokuza gelirken bile puslu gri bir yükü çeker gibi, ağır bir hava var. Boyunlara atkılar bağlanmış, ellerde evrak çantaları… Başlar öne eğik, kollarının altında günlük gazeteler, işe geç kalmamak için gizli bir telaşla sabah yolculuğundalar.
Sabahki telaşlı yolculuk hiç bitmiyor gibi, burası dolup dolup taşan bir kalabalığı ağırlıyor hafta içi her gün. Akşam yediden sonra ve hafta sonu daha sakin olduğu kesin; ama yine de şimdiye kadar hiçbir yerde görmediğim bir dinamikle yaşayan bir banliyö burası.
Yüz metre yüksekliğindeki modern anıt Grande Arche ile anılan, Paris’in önemli bir iş merkezi konumundaki La Défense’in özellikle 1970’lerden sonra gelişim gösterdiğini ve 1992 yılında şehir merkezi ile metro bağlantısının da sağlanmasıyla iş dünyası için tam anlamıyla bir cazibe merkezine dönüştüğünü söylemek yanlış olmaz. Üç buçuk milyon metre karelik ofis alanıyla, yaklaşık 1.500 şirket ve 150 bin çalışanı barındıran bu modern çalışma alanında 48 katlı dev gökdelenlerden alışveriş merkezi ve otellere kadar çok sayıda bina ve bu binalar arasında karşınıza çıkıveren modern heykeller göze çarpıyor.
Benim gibi sanat ve mimaride klasikten yana olan ve gökdelenlere karşı hiçbir sempati duymayan biri için bile etkileyici bir yer burası. 4. Levent ve Maslak’ta, ardı ardına, birbirinden bağımsız ve kanımca uyumsuz bir şekilde yükselen gökdelenlere kıyasla burayı gerçekten çok beğendim.
Kalabalığın bir parçası olup binalar arasında mekik dokuduğum günler birbirini takip ederken ben de bu yaşam alanında yer almayı öğrendim. Sabah kahvaltısından sonra dosyamı kapıp hızlı adımlarla merdivenler çıktım, sabah mesaisi için gökdelenin on birinci katına çıktım, alt kattaki kafeteryada öğle yemeğimi yedim, mesai bitimi alışveriş merkezine uğrayıp dükkânlara dalıp çıktım, akşam yemeğini hazır yemeklerle geçiştirdim.
Bu günlerden birinde Grande Arche’ın cam kırıklarıyla dolu merdivenlerini tırmanıp meydana baktım. Merdivenlerinde hiç insan eksik olmayan bu modern anıtta herkes kendine bir köşe kapmış. Kitap okuyanlar, arkadaşları ile sohbet edenler, sandviçlerini yiyip içkilerini içenler... En üst noktada, yine kafamda bin ton soru işaretiyle bu gelgitli mesaileri ve iş hayatının sınırlarını aralamaya çalıştım. Sonra da meydanın gerisine baktım. Çıplak gözle bile seçebildiğim Arc de Triomphe’a… Modern mimariyle klasik mimarinin birlikteliğini ne güzel yansıtıyor bu bakış. İki yüzyıllık bir geçmiş aynı eksende buluşuyor. Ve ben 21. yüzyılın çatısından 19. yüzyıla el sallıyorum adeta.
Nilhan Fidan
nilhanfidan@cosmoturk.com
NİLHAN FİDAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER