“Aklını karıştıran bir söz gibi, denilmemişken bile içini yakan bir azar...” Nilhan Fidan`ın yeni yazısı
Sinyal vermeden sola döndüğünde seni takip eden arabadan gelen korna sesi gibi.
Sabah sessizliğini yıkan, öyle gergin ve rahatsız edici, sanki küfür gibi.
Uykudan kendini tam olarak sıyıramamışken, hani öyle şaşkın bakışlarla çevreyi kol açan ederken birden önünü kesen bir adam sanki…
Aklını karıştıran bir söz gibi, denilmemişken bile içini yakan bir azar.
Sınıfın bir köşesinde, tek ayaküstünde durur gibi ya da terli terli su içip hasta olmak; yatak döşek yatarken sokakta oynayan mahalle arkadaşlarının bağırışlarına iç geçirmek.
Sıra dayağına çekilmiş bir sınıfın yüzünü buruşturan, içini burkan o çaresizlik ve en çok da teneffüs zilinin çalmasını sabırsızlıkla beklemek gibi.
Öyle yalnız ve hiçe sayılmış bir his ki bu, dünyanın başına ne geldiyse senden bilinmiş de tüm mahkûmların prangası sen olmuşsun. Her bit yeniği senin başının altından çıkarmış ya, sen doğmadan önce çizilmiş bu yaslı kaderin. Öyle arabesk ve acıklı bir şarkı ki bu… Öyle uzun bir kahır mektubu… Öyle perişan bir film ki çevirdiğin…
Artık diyecek hiçbir sözün olmaması gibi. O kadar zor ki. Ezberleyemediğin repliklerle seyircilerin önünde öylece kalakaldığın anları düşün. Bu aralar sıklıkla gördüğün kâbuslarda çığlık atamadığını ve söylemek istediğin her sözü hep her şey olup bittikten sonra hatırladığını. Yalan mı, hadi söylesene. O kadar yıkıcı, o kadar zor ki bunu yaşamak. Yaşam dediğin bu anlamsız oyunda tıp oynar gibi.
Sen farkında değilsin belki ama en umulmaz anlarda ortaya çıkan en bahtsız kadınsın sen. Gençliğinin baharında, iki yaşında kızınla bir başına kalmak gibi… Yitip giden kocanın arkasından ağladığın yaslı ağıt gibi bu akşam karanlığı... Annesi kendini yerlere atarken bu haykırışlara bir sebep arayan minik yavrunun boncuk gözleri gibi derin, dokunaklı, bir o kadar masum. Ve omuzlarda taşınan babanın yaşına geldiğinde o gözleri çepeçevre sarmış olacak öfke gibi ağır bir yük bu. Bu ülkenin altından kalkamayacağı bir yük...