30 yaşında bir kadın her ne kadar yaşın önemi yok dese de belirgin olarak 30 yaş kararları hayatını esir almaya başlamıştı bile. Ülkesindeki YAŞ kararlarının nelere mal olduğunu bilmesine rağmen o da yaşın getirdiği belki de bir buhranla olmadık kararlar almaya başladı hayatında. Herkesin olmak istediği bir kanaldan istifa etti. Ne önemi vardı ki o popüler kanal kendi kanallarını öyle bir tıkıyordu ki yerim ben popüler kanalınızı dedi. Evet yaptığı delilikti ama midesi bulanıyorsa yapacak da başka bir şeyi de yoktu ki canım! Kadın öyle bir dönem seçmişti ki kendine, sahte olan her şeyi terk etmeye başladı; bir ara kendimde sahte miyim kendimi de terk eder miyim diye düşündü. Sonra kendiside bu fikre çok güldü sahte birini yaratmışsa kendinde bugüne kadar yaşamanın da bir anlamı yoktu aslında. Neyse ki yine dönüp dolaşıp kendine kaldı.
30 yaşında nereden bilebilirdi köyüne geri dönme hayalleri kuracak kadar bitkin, yorgun ve umutsuz olduğunu. Oysa onun köyüne geri dönüş senaryosu popüler bir kimlikte herkesin tanıdığı, sokaktaki vatandaşın adını bildiği ziyarete gelen kadın olarak geçecekti kişisel tarihinde. Elinde kalan, biriktirdiği onca şeye rağmen bir yokluktu. Belki de çabuk pes etmişti etmese ne olacaktı ki her şey aynılıkta gidiyordu. Başı döndüren bu şehir ideal olanı verememişti ya da O almasını becerememişti.
Var mıydı becerebildiği bir şey elbette vardı ama bir tek kendi tam anlamını biliyordu becerebildiklerinin. Sonra birbirilerini fütursuzca becerebilen insanların dünyasına alışamadı. Can Baba’nın yazdığı gibi “başka türlü bir şey benim istediğim, ne ağaca benzer ne de buluta burası gibi değil gideceğim memleket denizi ayrı deniz, havası ayrı hava”… Bu sözleri yüksek sesle okuyarak, şarkısını söyleyerek, en özensiz kıyafetlerini giyerek boğaz kenarına attı kendini üstelik de boğazları çok ağrımasına rağmen! Bu gece bolca ağlayacaktı. Sonra makyajının olmadığını fark etti sırf filmlerdeki gibi olsun diye makyaj yaptı ki ağladığında makyaj akmış halde gerçek acısı görünebilsin diye…
İstanbul, beni kendine âşık eden şehir senden ayrılmaya az kaldı. Ne verdin ne aldın hesapladım ve gitmeye karar verdim. O güzelliğin ile başımı döndürme diyerek şehirle konuştu bir süre. Sonra en yakın arkadaşının kollarına atmak istedi kendini teselli bulmak için.
Onu bu şehirde tutan insanlardandı Elif. Çok şanslıyım diyordu hep; onunla ne zaman buluşsa, ona ne zaman akıl danışsa kendine geliyordu. İşte ayakta böyle tutardı bir kadın bir kadını. Bütün gece bolca sohbet ettiler. Ve kararını açıkladı; ben gidiyorum kesin karar verdim. Elif, öfke dolu sesiyle onu korkaklıkla suçladı ne yani kendi ellerinle yarattığın, en kötü zamanında bırakmadığın bu yolu şimdi mi bırakıyorsun? Yazık sana benim tanıdığım bu sen olmazsın! Elif’e kendini haklı göstermek için gideceğim ve uzun süredir yazmak istediğim kitaplarımı yazacağım dedi. Ama malzemesi buradaydı kadının. Elif de bunu çok iyi biliyordu. Mevzuyu kapatmak ve dağıtmak için başka arkadaşlarıyla buluşmaya karar verdiler.
İki kadın, iki erkek buluşmasını her zaman başka bir şeye yormayın çok masum bir şey. Biz bunu çok yaptık daha önce. Çünkü biz erkekleri iyi arkadaş yapan kadınlarız. Ve gece her zamanki gibi başlayacaktı. Kadın da o gece deli gibi eğlenecekti son demleri gecelerin diye geçirdi aklından yolda yürürlerken. Bir taraftan da Elif’e, belki beni bu şehirde bir aşk tutardı onda da dikiş tutturamadım zaten diyordu kadın. Yani anlayacağınız iyice saçmaladı.
Elif, eskiden sürekli projeler üretirdik, en yaratıcı, en başarılı insanlardık biz. En azından gitmeden bu şehirde şu sinema programımızı yapabilseydik. Offf neden olmuyor. Yine de programımızı hayata geçirmiş gibi yapsak ben evde giyinip süslensem yani sen süslesen sonra en sevdiğimiz filmleri izleyip televizyonculuk oynasak olmaz mı? Hani bir akşam bütün gece filmleri tartışmıştık ben sana bir türlü Nuri Bilge Ceylan’ı sevdirememiştim. Onun sinemasının büyüsüne ikna edememiştim. En azından yalanda olsa biliyorum sen yalan söylemezsin ama benim için Nuri Bilge Ceylan sinemasını beğendiğini söylesen olmaz mı? Bak aslında Kasaba tam da beni anlatıyor gitmeye karar vermişken! Hadi gel evde de olsa yapalım şu sinema programımızı! Sonra ödül töreni düzenleriz o törenlerde başarılı insanlar sahneye yönetmen-yapımcı ve sunucuları ile çıkıyorlar, bizde ki gibi başarı tekel değil. Biz de birlikte çıkarız sahneye! Kulağa hoş gelmiyor mu bak dinle yüksek sesle anons ediyorum sen görselleri koy biz sahneye çıkmadan önce: And the Oscar goes to Hayat Perdesi’nin gerçek kahramanları Mutlu Elif!
Şimdi gidebilirdi kadın. Hayata geçirmek istediği sahneyi kafasında yaşamıştı yolda yürürken. Birden Elif’in hangi aradaydı gideceğimiz mekan demesiyle kendine geldi. Gerçeğe dönmüştü artık.
Sonra yıllardır tanıdığı hem çok yakın hem de mesafeli canım dediği adam gibi adam olan arkadaşı ile buluştular. Arkadaşının yanında bildik biri oturmuyordu, tanıştılar ve adamın yanına oturdu kadın. Sohbet kadının dertleri ve ruh haline göre şekillendi sonra hayata dair keyifli bir sohbet ardından neşeli bir sohbete doğru ilerledi. Ve hayatında ilk defa bir adam kadına eşlik etti, öyle sıradan bir eşlik değildi sahip çıkar gibiydi. Kadının iç dengesi ve rengi değişti. Birden başköşeye anneannesi yerleşti ve aşk içinden bir şeylerin ılık ılık akıp gitmesi, bir tuhaf olmandır dedi. Kadın birden çocuk oldu, adamın gözlerini gördü ve o an her şey değişti. Aşk bu şehirde kalmaya en güçlü sebepti adam o gece karşısına çıktı ve işin rengi de böylece değişmiş oldu.
Kadın o geceden sonra adamı düşünerek kendi kendine gülüyor, içi içine sığmıyor ve nefesi daralıyor. 30 yaşında aşk gerçek aşk olabilir mi? Elif’e soramıyor onca aşkı anlatıp tüketti ki, korkuyor onun cevaplarından! Canım dediği en yakın arkadaşına soracağı şimdi ilk şey; Hayat perdesinin neresinde kalmıştık bağırıyorum yüksek sesle, heyecanla, ismi sen yerleştir “ and the Oscar goes to….”
MUTLU HESAPÇI
YAZARA E-POSTA GÖNDER