Yıllardır ideal işimin hayalini kurarım, okyanus kıyısında ön cephesi tamamen cam, ışığa boğulmuş bir evde oturup romanımı yazsam, yoğun çalışmaktan bunalınca köpeğimi (şimdilik yok ama alacağım inşallah) kumsalda yürüyüşe çıkarsam, kedilerim esneyerek evde bizi bekleseler. Ilık, tatlı bir rüzgar beyaz perdelerle halının üstünde dans etse…
Oysa daha ilkokulda bana zevk için yapılan her şeyin sadece hobi olarak yürütülebileceği söylendi. İş denilen şey sevmesen de katlanman, istemesen de yapman gereken bir şeydir, bir nevi acı ilaç yani. Dişini sıkar bu eziyete dört elle sarılırsan hobilerine ayıracak paran; sabırlı olur yılların geçmesini beklersen de emekliliğinde bu hobilerle ilgilenecek zamanın olur. Peki ama ben Everest’e tırmanmak ne bileyim Shaolin tapınağında Ninja eğitimi almak istiyorsam? Hayatta tek hayalim buysa altmış yaş biraz geç olmuyor mu? Artık ne çıkarsa bahtına, hem atalarımız ne demiş “ayağını yorganına göre uzat”. İstemem elin el kadar yorganını battal boy istiyorum ben! Ya da yorgansız bir hayat istiyorum!
Neden insan sevdiği işle hayatını kazanamasın? Kendimizi buna o kadar inandırmışız ki artık üzerinde düşünmüyoruz bile, “gerçek” dosyasına attıklarımıza bir daha dönüp bakmıyoruz hiç birimiz, işte önyargılar ve kalıplaşmış düşünceler böyle oluşuyor. Bence yaşamımızda bize en çok zarar veren şey kendi bilinçaltımızda depoladığımız ve hemen her gün farkında olmadan pekiştirdiğimiz bu sözde gerçekler.
Çocukken Akbabanın Üç Günü filmini izlemiştim de çok imrenmiştim; Robert Redford sabahtan akşama roman okuyor üstüne bir de para alıyor, tepesinde sinir bozucu bir şef, rekabet hırsıyla yanıp tutuşan iş “arkadaşları” yok, adamın canına kast ediyorlar falan ama olsun o kadar kusura razıyım ben, hayat geçer yani öyle. Ben de hep tuhaf işler yapmak istedim, kitap okuyucusu, film seyredicisi, kedi okşama uzmanı, ejderha eğitmeni, reklam filmi eleştirmeni, Gay Pride koordinatörü, büyü dükkanı sahibi, parfüm burnu, ( koku değil ama korku burnu oldum sayılır aslında) gezici konuşmacı ya da Avalon kayıkçısı olarak kariyer yapmak oldukça zor. Bazıları için eğitim alacak param yoktu, bazılarına uygun yeteneklerim yoktu (Türkiye’de Hogwart vardı da biz mi gitmedik?), bazı meslekler tarihten silinmiş bazıları da hiç var olmamıştı. Bunların yerine barmaid, garson, müşteri temsilcisi, halkla ilişkiler koordinatörü, proje sorumlusu (satışın havalı söylenişi) falan oldum tüm zamanımı ve yaşam enerjimi yıllar boyunca yorucu ve eğlencesiz işlere harcadım.
Benim derdim bana yetmezmiş gibi bir de anne baba kısmına meslek beğendirmekle uğraştım yıllarca. Sinema TV okurken herkes benim haber spikeri olacağımı sanıyordu. Kargaya yavrusu şahin görünürmüş (atalarımdan bir kuple daha) çok güzelim ya ben (!) pek yakıştırırlardı akşam haberlerini bana. Mesele güzellikse eğer niye manken ya da hostes ol demedi kimse bana? Haber spikeri olmak havalı bir şey hem de yerin yurdun belli, her akşam canlı yayında gözlerinin önünde olacaksın, tam kız kısmısına uygun. “ Haber spikeri olmak için beş yıl okumaya ne gerek var? Birkaç ay kursa gidip şansını denersin” diyemedim tabi büyüklerime ben okulumun mezunları ne iş yapar onu izah etmekle meşguldum. Nedense bir de öğretmenlik takıntısı var bu ana babalarda, kadın için ideal meslekmiş, babamın hayali de beni matematik öğretmeni yapmaktı, hala kafama kakar, bir baltaya sap olamadığım, tanımı net olmayan mesleklerle uğraşıp emeklilik kazanamadığım için.
Aslında meslek de bahane bence, anne babalarla ilgili bir teorim var ben buna “Evlilik Yanılsaması” diyorum. Yaşı kemale erip de evlenen her genç kızın kariyeri anne-baba nezdinde aniden zirve yapıyor. Mesela işsiz misin doğal olarak ev kadını oluyorsun, ama ustalıkla temizlediğin evinin ışıltısından gözleri kamaşan anne-baba seni balkabağından az önce inmiş Sindirella ya da ne bileyim Martha Stewart’ın gençliği gibi görüyor. Bekarken terfi edemediğinde salaksın, beceriksizsin, sorumsuzsun; evliysen sen daha ağzını açmadan anne-baba haksızlığa uğradığında hemfikir olup müdürüne verip veriştirmeye başlıyor. Bekarken odanı toplamazsan pasaklısın, evliyken işten yorgun geldiğinden çok istemene rağmen temizlik yapamıyor oluyorsun. Onca senelik anne-baban sen evlenince mesleğine avukatlık etmeye başlıyorlar.
Kariyeriniz tepetaklak gidiyor ve elinizden de bir şey gelmiyorsa evlenin gitsin! En azından anne-baba nezdinde kariyeriniz ışıldar, siz de kendinizi daha iyi hisseder uzun yıllar bununla avunursunuz. Yarın öbür gün hazır elimiz değmişken boşanma davasıyla beraber şu İlkay Cam’ı da bir tazminat davasıyla taçlandıralım derseniz yine tek destekçim atalarım! Klavuzu karga olanın…
İLKAY CAM
YAZARA E-POSTA GÖNDER