Umuyorsun; daha farklı bir son için, binbir kulaçla.
"Sadece zaman" diye fısıldıyorsun kendi kendine; "birazcık zaman, bu defa tamam!"
Bir de inanıyorsun; "farklılığa"
Bak en büyük hikaye bu aslında! "Farkına inanmak"
Halbuki hepsi öyle aynı, öyle acımasızca ki! Herkesin canı yanıyor da kimi ses etmiyor, kimi de içerek kutluyor kendi cenazesini.
İçerim ben de...
İçtikçe yazasım gelir ama... Anason kokar o yazılar sonra...
İçerken izlemeyi hep daha çok sevdim ya; o da aramızda kalıversin...
Peki şimdi? Şimdi bir yanım öylesine hatta ölesiye uyurken, bir yanım aynanın karşısında dağıtmadan beynini, saçını başını topluyor... Biraz sinirli, o an kırgınlıktan çok kızgın... Öfke; ne keskin bir "son"sun sen!
Peki kime kızgınsın? Ya da kimin hatası? Bırak lütfen ne hatası! Hatasızca sevebilirdin! Can mı çıktı canından sanki? Neyse, canın sağolsun...
Ne garip 24 saat önce güle oynaya geldiğin yakadan, şimdi vapurda gitar çalan çocuğu dinleyip, gözlerin dolarak dönüyorsun... Ellerin titriyor yazarken; halbuki bu ayın en sıcak günü bugün idi! Halt etmişler, içim soğudu! Hatta öyle bir dondum ki içim yanarak uyandığım sabahlardan hiçbirini düşünmek ısıtmadı...
Üzerine titreyen şimdi yoksa mesela...
Eskisi gibi sarmıyorsa, sarılmıyorsa, "tam" olmuyorsa üzerine...
"keşke" diyorsun, "biraz daha zaman!" demeyi iyi bilseydim!
Gittikçe acıtıyor kalemin ucu. Aslında çıkarken bir not yazıp bırakmak istedim, kalemin üzerinde senin adın olduğundan mıdır bilmem; yazmadı o kalem.
Sen vazgeçince, sana dair her şey vazgeçiyor demek ki!
O yazmayan kalemin inadına benim kalemim bunları yazdı şimdi...
"Kader" der geçerdim de, sen inanmazsın ki! İnanma zaten; ne ektiysek onu biçtik.
Her şey gibi hislerin de çok kullanılmışı oluyormuş demek ki. Duygusuz günlerin ödevi, belki sınavı gibi gördün bu parçalı duygulu halleri.
Bilmiyorsun ki kendini temize çekmek için yeni sayfaları karalayamazsın!
Zamanında kime, nasıl, neden inanmadıysan, geçmiş deneyimlerinle bana olan inancını sorgulayamazsın...
Karşına çıkan oyunların, yaşadığın yalanların sorumlusu olarak beni tutamazsın...
Benim o oyunları öğrenmeye henüz vaktim olmadı, tıpkı senin de o saflığa inanmaya vaktin olmadığı gibi.
Peki şimdi... Benim kırgınlığım tüm o kızgınlıklardan çoksa! Baştan beri söylediklerimde haklı olmanın verdiği müthiş mutsuzlukla uzaklaşıyorum.
Ufak ufak gidiyorum ki ayağımın altındaki kesikler daha fazla canımı yakmasın; çok şey kırıldı malum!
Nasıl da arabeskleşiyor postmodern ruhumuz bile değil mi? Öyle..
Ben, hırsımı susarak çıkarmayı karar almışken, yazarken buldum kendimi.
Ne hissediyorum onu bilmiyorum... Tek bildiğim çok kötü bir tadı var bu hissettiğimin! Kalbimden kusacak gibiyim; dilim damağım küflü.
Öyle berbat hissetmişim ki, hala köprünün kenarındayım.
Şaşkın, kırgın, anlayamamış... Bİr sıfat bile bulamıyorum halime henüz.
Sana benziyorum gittikçe! Belki de bu mutsuz halim senden gelen tek şey bana artık.
Huzursuz da bir yanım, çözmeye pek vaktim olmadı ama sen de pek huzurlu sayılmazdın.
Huzursuzca denedin, ya da ben öyle sandım.
Hepimiz ait olmak için daha fenası "sahip" olmak için böyle çırpınırken, elinin tersiyle tüm aitliklerini itmek...
Yalnızlık da bir alışkanlık, değiştirmek iyi gelmedi belki. "Tek" olmayı özlemiş bile olabilir misin? Ya boşversene, kimi kandırıyorum; hiç "çift" olmadık ki, "tek" kalasın...
En kötüsü; beklediğin sonu beklemediğin insanda görünce... Hayal kırıklığından çok daha öte bu.
Kelimelerim tükendi, anlatacaklarım hala çok.
Kendime verdiğim sözleri tuttum, şimdi de söz; bu yazı ile bitti tüm öfkem, hırsım.
Üzgünlüğüm için söz veremiyorum hala.
Bağlayacak bir "son" bile bulamadım yazıya; ama iyi adam iyi hatırlanır hep; şu hissettiğim kırıklık dışında hiç kötü bir şey yok aklımda.
Huzurla kal...
GÖKÇE KURTOĞLU
YAZARA E-POSTA GÖNDER