Hiçbir şey anımsamıyorum.
Günün bu saatinde, güneşin en yakmayan yerinde durmuş, bir şeyleri anımsamayı bekliyorum. Hepsi aralarında anlaşmışlar. Beni aralarına almıyorlar.
Anılarımızı unutmaya karar verip yeni bir sayfa açtığımızda, unuttuklarımızı daha sonra hatırlama lüksümüz de kalmıyor. Hele de günün bu saatinde, güneşin en yakmayan yerinde.
. .
Hiçbir şey anımsamak istemiyorum.
Plastik bir sandalyeye oturmuş, boş tren raylarını izliyorum.
Tren geçip gidiyor.
Hafızamda bir şeyler yanıp sönüyor, hissediyorum.
Güzel bir hayata kapılarımı açıyorsam, hafızamda yanıp sönenleri de temizlemeliyim, biliyorum.
Temizledim mi, bilmiyorum.
Beni kimin gerçekten anladığını hatırlamıyorum.
***
Geçen senelerden birinde, bir gün Beyoğlu’nda yağmur yağabiliyor. Yer döşemeleri, masa ve sandalyeleri, tuzlukları ahşap bir kafenin tek müşterisi olabiliyorum. Güler yüzlü bir garson bana doğru yaklaşıp bir şey arzu edip etmediğimi soruyor. Bu ucu açık sorunun sayfalarca sürebilecek cevabını vermek yerine gülümsüyorum:
- Kahve lütfen.
O da gülümseyip yanımdan ayrılırken içimi hüzün kaplıyor. O da gülümseyip ayrılıyor. . . Gülümsemesin.
Orada oturmuş, birinin beni anlamasını bekliyorum. Neden orada olduğumu, neden elimde paketlenmiş yemeklerle orada beklediğimi, oturmak için neden o kafeyi seçtiğimi, beni anlaması için neden onu seçtiğimi, tüm nedenlerimi anlamasını istiyorum. Ona nedenlerimi anlatmama rağmen neden hala beni anlamadığını merak ediyorum.
Anlayamamak ne büyük çaresizlik, diyorum. Ona acıyorum.
Ve o an, beni hiçbir zaman anlayamayacağını fark ediyorum. Gülümseyerek gelen garson kahvemi getiriyor. . .
***
Sevgi söz konusu olduğunda anlaşılamamazlık da hızla artıyor. Onu severken aslında kendini seviyorsun. Bir nevi nasıl sevilmeyi istediğini belirtiyorsun.
“Her sözü, insanın kendisi için söylediğine inanıyorsun. Her söylenen söz, bir biçimde insanın kendi kendini onaylaması. Karşısındakine bir şey anlatmak istese de, gene kendi gerçeğini, bilmişliğini ya da doğru algılayışını kanıtlamak için söylenen sözler.”*
Bir arkadaşım, “Gönül işin içine girince işler hep sarpa sarar, bundan sonra birini sevmek için böbreğimi kullanacağım,” demişti. Ona katıldım. Anlaşmazlık üzerine zaten karışık olan bir kafayı daha da karıştırmak istiyorsan gidip birini seviyorsun. Yanında olsun istiyorsun. Herkesin bencil olduğu bilgisi de aklının bir yerlerinde. Ama inatla yanında olsun da istiyorsun.
***
Kış. Yağmur yağmaya hazırlanıyor. Ağaçların, evlerin çatılarının, balkonlardaki saksı çiçeklerinin, rüzgarla beraber savruk uçuşan kuşların, dünyanın rengi çekilmiş gibi. Tüm bu renksizlikler içinde yine de sevebileceğime kararlıyım. Ellerimde eldivenlerim var. Buna rağmen üşüyorum. Ellerimi cebime soktuğumda, cebimle beraber patlayacakmışım gibi hissediyorum. Eldivenler fazla geliyor ceplerime. Bana. Ya eldivenleri çıkaracağım ya cebimden ellerimi.
Neden sürekli seçimlere maruz bırakılıyorum. Ya da ben kendimi bırakıyorum.
Rüzgara karşı yürürken, rüzgarla birlikte essem, belki daha kolay ulaşırım, diyorum.
Ellerim nasıl cebime sığmıyorsa, elimdeki poşeti de çantama sığdıramıyorum. Ellerim üşüyor. Poşet üşüyor. Ellerimin içindeki kemikler üşümüyor. Poşetin içindeki tatlı üşüyor. Eriyip yok oluyor.
Neden buradayım. Bu solukluk arasında yürürken sağa doğru saptığım sokağın ucunda yardımıma koşarmış gibi deniz görünüyor. Bakıyorum, o da soluk.
Eski bir görüntü canlanıyor beynimde. Elimde poşet, anlaşılmayı beklediğim o zamanlar. Gülümseyen garsonlu mekanlar. Değişmeyen senaryolar. Burada olmamalıyım. Birine beni anlaması şansını vermemeliyim. Durup anlamasını beklememeliyim. Anlayacak kişiyi, ona şans vermeden karşımda bulmalıyım. Görebilmeliyim.
Eldivenlerimi çıkartıyorum. Artık üşümüyorum. En azından kısa bir süre de olsa üşümemeye kararlıyım. Dünyanın renkleri yerine gelene kadar: Ağaçların, evlerin çatılarının, balkonlardaki saksı çiçeklerinin, rüzgarla beraber savruk uçuşan kuşların . . .
Evime dönerken yağmur başlıyor. Arkamı dönüp bıraktığım yerde yağmur daha erken başlamış. Akşam olurken, o taraflardan bu taraflara doğru kimse rüzgarla beraber esmek istemiyor.
Birden fark ediyorum: Birilerinin beni anlaması için benim onları anlamam yetmiyor.
*Metinde yer alan tüm italikler Tezer Özlü’den alıntıdır.
Çalıyor: Oh Land – Wolf & I
DEMET ÖZGE AYKAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER