Henüz çocuk denecek yaştaydık. Aynı sokakta oturduğumuz için ve aynı oyunları oynamaktan hoşlandığımız için en iyi arkadaşım ’O’ olmuştu. Yıllar geçip büyüdükçe hayat bizim canımızı yakmaya başladıkça daha başka sarılıverdik birbirimize. En iyi sırdaş, en iyi iki dost oluverdik. Yaşadığımız hayatlar, canımızı yakan aşklar bizi birbirimize daha da bağlamıştı. Ya da ben öyle sanmıştım.
Çocukluktan beri her şeyi birlikte yapardık. Birimiz ağlarken diğerimiz de ağlar, birimiz aşık oldu mu diğerimiz de aşık olmuş gibi sevinirdi. Ağlayacak bir omuz her zaman vardı. Zaman geçti büyüdük, hayat bizi farklı yerlere savurdu. Aynı sokakta oturmaya devam etsek bile fazla görüşemez olduk. İkimiz de farklı ortamlara girip birbirimizi unutmaya başlamıştık. Ama her canımız acıdığında ağlacak bir omuz mutlaka vardı. İyi günlerde birbirimizi aramasak bile zor anlarımızda birlikteydik.
Yine öyle günlerden biriydi... Ben işten ayrılmış Merve’nin omzunda ağlıyordum. O da her zamanki gibi beni teselli edip saçlarımı okşuyordu. Aradan bir kaç gün geçti ve Merve kendi çalıştığı yere beni de aldı. İki sıkı dost tekrar 24 saat bir aradaydık. Artık evimizi alıp keyifle döşemek için can atıyorduk. Ta ki Merve deli gibi aşık olana kadar...
Eğlenmek için çıktığımız akşamların birinde Merve Kağan ile tanışmış, aradan 2 yıl geçtikten sonra evlenmeye karar vermişlerdi. Bu geçen 2 sene de Merve ile aramız eskisi gibi değildi. ‘Aşk’ı bulduktan sonra beni kenara itmiş hayatından soyutlamıştı. Benim işten çıkartılmam için çabalamış sonunda zafer kazanmıştı. En iyi arkadaşım dediğim kişi AŞK’a beni değişmişti. Aşk’a kanmış, yanılmıştı...
Merve’nin hayatına Kağan girdikten sonra aramızdaki bağ incelmiş ve benim işten çıkartılmamla da kopma noktasına gelmişti. Bir daha birbirimizin yüzünü hiç görmemiştik. Ben yurtdışında büyük bir firmada işe başlamış, Merve ise evlenmiş işi bırakmıştı. Kimi zaman evliliğinin kötü gittiğine ve pişman olduğuna dair haberler alıyordum.
Her heyacanım, üzüntüm olduğunda ne yaparsa yapsın ben evcilik oynadığım Merve’yi arıyordum. Sanki o yanımdaymış gibi olanları kendime anlatıyordum. Geçen zamanla birlikte ben de akıllanmıştım. Kimseye güvenemez olmuştum.
Tekrar Türkiye’ye dönmeye karar vermiştim. İstanbul’a ilk adım attığımda doğduğum sokağa gitmiş eski günleri yaad etmek adına evcilik oynadığımız yerlerde dolanıyordum. Ben meyve topladığımız, oyunlar oynadığımız bahçede dolaşırken aynı yerlerde şimdi başka dostlukların adımları atılıyordu. Henüz hayatın başında olan, bizim oynadığımız oyunları oynayan çocukların yanına gitmiştim. Onların oyunlarına eşlik etmiş, bizim oynadığımız oyunları anlatıyordum. Ben anlatırken Merve de pencereden bizi, yani çocuğuyla beni izliyormuş. Farkında olmadan anlatmaya devam ettim. Sonra Merve yanımıza geldi. İkimiz de birbirimizi tanımıştık. Ona o an sarılmayı, içimdekileri dökmeyi çok istemiştim ama yapmadım, yapamadım. O başladı anlatmaya... Pişmalığını, yanlızğını, sırlarını... Susmasını söyledim. Çünkü karşısında eski Hazal yoktu... Evcilik oynacak, oyuncaklarını paylaşacak Hazal yoktu... O da sustu... Birlikte onun çocuğunun ve diğer çocukların evciliklerine şahit olduk... Başka çocukların ve onun çocuğunun hayal kırıklıklarının başlangıçlarına...
BETÜL MARANGOZ
YAZARA E-POSTA GÖNDER