Tarif et bana kendini. Tasvir et yaşadığın kenti, büyüdüğün sokakları, geceleri kapısını kilitleyip sığındığın evi. Yalnızlığı, sessizliği tarif et bana. Kendinle olduğun vakitlerde hislerine karşı koyamadığın krizleri, camdan dışarı bakıp bakıp karanlıktaki derinlere daldığın sahneleri, duvarların üstüne yıkılıp da seni nefessiz bırakan anları tarif et bana. Zaman zaman zilini çalan dostlarını anlat bana. Ama daha da önemlisi, sana bunları yaptıran aşkı tarif et bana!
Aşk, bir tane mi? Ya da elma gibi ikiye bölünebilen mi? Hücrelere işleyip de sonsuzluğa yürüyen mi? Aşkın tarifsizliğini başkalarının hislerinde tercüme et hadi! Nasılsa meçhul bir gelecek için anı yaşamaktır asıl olan. Aşk, yalnızlığa karşı bir direncin simgesi mi? Yoksa aldanış savaşının ayak sesleri mi? Belki de zıtlıklar dünyasının geleceği bizlerce bilinemeyen kaderi.
Karmaşıktır sensin aklın. Karmaşıktır senin ruhun. Bedenin yol bulamaz, ruhun çıkış yakalayamaz. Otuzbeşin verdiği dalgalı bir telaş alır götürür seni derin düşüncelere. Seçicilik denen korku sarar seni de.
Kaç zaman oldu dudaklarındaki his unutkanlığı? En son kim dokundu bedenine? Tarif et bana onun yüzünü. Tarif et bana onun ellerini. Belki de hatırlamazsın, demek ki aşkı unutansın. Nankördür insan; “Seni seviyorum” dediğinin yüzünü bile hatırlamaz günü gelince.
Aşk, gelecek için değil, an için yaşanandır aslında. “Sonsuza kadar” şeklindeki laflamalar bitmez iltifatlarda ama belki haftalar, belki de aylar içersinde yüzü, sesi unutulur hafızalarda. Bir de bakarsın gün gelmiş metroda giderken yanına oturuvermiş aşkın eski hali. Tepki ya da tepkisizlik, şaşkın ördek bakışları, belki de küçümseme anları. Nasılsa kaçacak delik de yok, öldürün kendini deve kuşu sananı! İlk göz temasından bak ne kalmış geriye?
O zaman tarif et bana aşkı. Gitmeye karar verdiğin yön neresiyse aşk orası mı? Her yön tekrar seni buluyorsa dolandıkça, senin adın aşk mı? Uğradığın her gönülde bir zenginlik yakalamışsan, bilgeler gibi olmuşsan bana bir tarifi çok görmen reva mı? Akıl sus dedikçe, kalp coş diyor. Sevda dediğinse delip geçiyor. Kırka beş kala akıl, hala üstün gelmek için çabalıyor. Aşkın gayreti boşuna mı?
Neden hiç düşünmedin ki aşkı sevmek, insanı sevmektir diye. Ama kusurlarıyla, hatalarıyla, yanlışlarıyla kucaklayabilmek her şeyi… İşte tarifin ilk adımı bu olsa gerek.
Akıl ve kalp arasındaki gelgitler, hepsi ruhun bedenini mahveder. Neden aşkın yeri orta bir durak olmasın. Ne akıl, ne de kalp yansın. Bu da ikinci adımıdır aşkın.
Dünyada milyarlarca nüfus, milyarlarca karakter. Ama insan kendisi gibi olan yerde rahat eder. Aslen kendine benzeyene meyleder. Kendisine gülümseyene tebessüm eder. Aşk dediğin onun kahkahasındaki aynı ses tonu olabilmek, onun yüzünde kendi benliğini bulabilmek, onun bakışındaki yansıma olabilmek değil midir? Tarif istenirse şayet…
Aşk, hayatın kendisindedir. Nasıl hayat kalıplara hapsedilemezse, aşk da hapsedilemez. Belirli bir çerçevesi yoktur onun, olmamalıdır da. Onun için iyisi mi sen tarifini sorma, ama kendine yazılmış olan tarifini yaşa.
Aslında her nefes, yeni bir aşktır!
ADİL GÜRPINAR
YAZARA E-POSTA GÖNDER