Yetenekleri arası akışkan geçişler yaşarken, netice ya bir şarkı ya bir şiir ya da bir resim oluveriyor. Bonomo sıradışı zihninin tüm yaratıcı pratiklerini MediaCat’e anlattı.
Müzisyenlik, şiir, resim, oyunculuk ve radyo programı. Bu kimliklerin yaratım/üretim/zihinsel süreçleri nasıl farklılık gösteriyor?
Şiir yazan Can Bonomo şapkasını çıkarınca söz yazarı Can Bonomo şapkasını takıyorum gibi ayrı adaptasyon süreçlerim yok. Benim bir yazıhanem var. Elimde kalem varsa yazı yazıyorum, önümde gitar varsa bir şeyler bestelemeye çalışıyorum. Yaptığım, ürettiğim işlerin yüzde 99’u çöpe gidiyor. Yüzde 1 gibi bir kısım kendini kurtarıp gün yüzüne çıkabiliyor. O da ya bir şiir formunda ya tuvalin üzerinde bir resim ya da bir beste olmuş oluyor. Bu, çok fazla denemekle ilgili bir şey. Çok eminim ki, bazı dâhiler ya da çok yetenekli insanlar bir çalışma seansının sonuna geldiklerinde, yaptıklarının yüzde 50-60’ını dışarı çıkarabiliyorlardır. Ancak benim için öyle olmuyor, o yüzden benim o insanlardan çok daha fazla çalışmam gerekiyor. Ben de çalışıyorum. Eğer iyi bir sene geçirirsem, bir albüm, bir şiir kitabı ve bir resim sergisi çıkmış oluyor.
Bir söyleşinizde, şiir ya da sergi için önünüze iki senelik boşluklar koyduğunuzu söylüyorsunuz. “İki sene sonra mutlaka şiir kitabı çıkarmam lazım” gibi bir bilinç mi harekete geçiriyor sizi?
Aslında evet. Bu süreçler her zaman çok artistik ve çok doğal gibi görünüyor, halbuki altyapısında kaygı, perişanlık ve absürt çalışma saatleri var. Mesela Mart ortası kitabım çıktı. Bununla ilgili olarak kendime bir hedef belirledim: Ben öldüğüm zaman insanlar beni şair olarak hatırlayacak. Bu çok büyük bir sorumluluk. Ben bunu bir kere söyledim, bundan geri dönüş yok. Takriben iki sene sonra bir şiir kitabı çıkarmakla yükümlüyüm.
Sabah 9 akşam 6 çalışan biri olduğunuzu söylüyorsunuz. Hakikaten kendinize koyduğunuz mesai saatleri var mı?
Tabii ki var, yoksa ben çalışamam. Bu kendi kendime geliştirdiğim bir teknik. Ben çalışmayı sevmiyorum; eğlenmeyi, PS oynamayı, dizi izlemeyi, sinemaya gitmeyi seviyorum. Onları yapınca nihai hedeflerimden hiçbirini gerçekleştirmem söz konusu bile olamıyor. Ben de kendi kendimi sıkıştırıyorum, “Şimdi burada -hiçbir şey yapmasan da- üç saat oturacaksın. Ama madem oturuyorsun, bari bir şeyler yap” diyorum.
Bir nevi kendi kendinin patronu olma durumu.
Aynen öyle. Ben çalışmazsam benim hayallerimi kim gerçekleştirecek?
Kuşkusuz sanatın her anında duygu ya da düşünce aktarımı var. Bu aktarım bazen tek yönlü bazen de çift yönlü işliyor. Bu aktarım süreci, içinde yer aldığınız disiplinlerde farklılaşıyor mu?
Arka planda en fazla kaldığım yer şiir. Orada hemen hemen hiç yokum. Zaten orada bir sunum da yok. Yalnızca kitapların kapaklarını ben çiziyorum, bir de adım yazıyor. Orası okuyucunun yorumuna tamamen açık bir içgüdüler ve edebiyat sarmalı. Resim zaten benim için çok yeni, yalnızca bir sergi yaptım. Orada da kendimi Monte Kristo Kontu gibi hissettim, çok acayipti. Ama neticede bu da tüketiciye çok ulaşmadı, bir kısmı satıldı.
En çok müzikte varım. İşin izleyiciye nasıl geçeceğine çok dikkat etmen lazım. Müziğimi zaten dinlediler; ama sahneye çıkınca ilk ağızdan dinleyecekler, yani bir şeye şahit olacaklar. O zaman bunu bir “olay” haline getirmen lazım. Getirmezsen bir iPod’dan farkın kalmaz. Ben de en çok bunun üzerine eğiliyorum. Ancak bazen bu, çatışmalara sebep oluyor. Şiir yazarı olarak taktığım şapka o kadar ağır ki… Birtakım şair babaların yanında rakı içip, ustalarıyla şiir konuşan adamla sahnedeki adam aynı değil. Sahnedeki adam manyak. Ama galiba insanlar, yaptığım bu işlerin birbirine benzemesi ve iç içe olması yüzünden beni anlayışla karşılıyorlar. “Bu manyak sahnede böyle ama aslında kibar biri” diyebiliyorlar.
Bu anlattıklarınıza göre iletişimin tek yönlü olduğu alan şiir gibi görünüyor.
Evet, ama bence müzik de bir o kadar tek yönlü. Baktığınız pencereyle ilintili bir şey. Mesela bir konser veriyorum, yazdığım şarkıları söylüyorum. Ben ve diğer beş arkadaşım bir yere bakarken; karşımızdaki 10 bin insan da bizden tarafa bakıyor. Biz orada başka bir şey yaşıyoruz, çünkü biz orada çalışıyoruz. O insanlara bir şey anlatmaya çalışıyoruz; o insanları eğlendirmeye çalışıyoruz. İşimizi düzgün yapmaya, gitarı düzgün çalmaya çalışıyoruz. Bu da bir bakış açısı aslında. Ancak her durumda da iki taraftan biri eğlenmiyorsa, o konser başarısız bir konserdir.
Resim serginizin temelinde anakronizm kavramı yer alıyordu. Sizin zaman kavramına bakışınız nasıl?
Zaman lineer bir fonksiyon ve akıyor. Biz de sürekli onun peşinden gidiyoruz. Geçmişimiz ve geleceğimiz bize çok farklı gelse de, biraz yukarıdan baktığımız zaman inanılmaz bir rutin işleyişle karşılaşıyoruz. Zaman; seni doğuran, büyüten ve öldüren... Bunu çok içselleştirip ve kişiselleştirip, her şeye bir anlam yüklediğimiz zaman, geçmişte kalan şeylere anı, gelecekteki şeylere de inşallah diyoruz. Bunlar çok insancıl şeyler; ama zaman öyle bir şey değil. Zaman acımasız bir şey.
Peki, sizi en fazla besleyen soyut kavramlar neler?
Disiplin. Ben ilham meselesine hiç inanmıyorum. Ya ters bir yerde gelirse ilham? Yazık. Bir seansta oturup 50 sayfa yazı çıkarıyorsam, bunun bir sayfası okumaya değerse, ben o bir sayfaya neden ilham diyeyim? Onların hepsi emektir. O yüzden ilham benim çalışma düzenime hakaret. Ben o kadar çalışacağım, krediyi ilham alacak. Yok öyle şey.
Nasıl bir ruh hali içinde üretiyorsunuz?
Nötr. En avantajıma olanı da bu. Çünkü bir konu beni çok heyecanlandırıyor ya da mutlu ediyorsa, sürekli onu düşünüyorum. Darp edilmişsem ve hüsrana uğramışsam da, yazmak için fazla moralsiz olurum. Optimum bir ruh hali, gündelik bir mutluluk ve heyecan en iyisi.
Resim çalışmalarınızda dijitalin ağırlığı çok fazlaydı. Resimle olan bağınızı kurarken geleneksele mesafeli durduğunuzu söylüyorsunuz. Popüler değil alternatif müzik yapıyorsunuz. Genel anlamda yaratım süreçlerinizde geleneksel olanla ilişkiniz nasıl?
Geleneksele bütün yakınlığım şu; çekirdekten biraz uzaklaşıyor ama yörüngeden de çıkmamaya çalışıyorum. Ben alternatif pop-rock tarzı müzik yapıyorum. Ve yazdığım sözler de bu coğrafyanın sözleri. Yani biraz arabesk, duygusal ve komik. Bazen de grotesk ve absürt olabiliyor. İşte bunlar çemberin dışına yakın şarkılar. Zaten onlara klip çekmiyorum. Onları küçük bir güruh beğeniyor; biz de o güruhu şehir şehir dolaştığımız konserlerde görüyoruz.
İmkân olsa ben hep çekirdeğin dışına yakın dururum diyor musunuz?
Evet. Bir şeyleri ders kitaplarına yakın tutmaya çalışırken içsellikten çok fire veriyorsunuz. Benim asıl yapmak istediğim şarkılar çemberin çok dışında.
Yaratıcılığınızı kısıtlayan en önemli bariyer ne?
Kendim.
Bir kartvizitiniz olsa unvan kısmında ne yazardı?
İcracı.
Can Bonomo: Yörüngeden Çıkmamaya Çalışıyorum
Can Bonomo için yüzlerce deneme ve yanılma “en değerli”yi bulmanın bir rutini sadece.
“50.Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali SİYAD Jürileri Belirlendi!”
“Bayram Bağışlarınız Öğrencilerimize Gelecek Olsun!”
“63.Uluslararası Berlin Film Festivali Ödülleri Sahiplerini Buldu!”
“Zeynep Bastık Dünya Listelerinde ‘Lan’ Spotify Global 50 Listesine Giren İlk Türkçe Şarkı Oldu!”
“Dolgu Topukla Stiletto Arasında Bir Fark Yok!”
“Görme Kaybı 5-10 Saniye Bile Sürse Ciddiye Alın!”
“Horlama”
“Nursel Köse Dişlerini 14 Ayar Altınla Kaplattı!”
“Kutupyıldızı Beauty Yıldönümünü Görkemli Bir Davet ile Kutladı!”
REKLAM
reklam@cosmoturk.com
İLETİŞİM
cosmoeditor@cosmoturk.com
TEL: (0212) 280 07 00
FAX: (0212) 244 13 32