Hava güzelleşti. Bahar çiçekleri dalları bastı. Çiçekler topraktan burunlarını çekingence de olsa uzatmaya başladı. Artık Boğaz yürüyüşlerime başlayabilirim. Ortaköy başlangıç noktam. Kah vuruyorum yolu Akıntı Burnu’na, kah vuruyorum kendimi Çırağan Yolu’na… Hedef hep aynı… Yollarda bulmak seni…
Oysa aynı civarda bile oturmuyoruz. Senin nerede yaşadığına dair en ufak bir fikrim bile yok. Eskiden Bebek’te yaşıyordun biliyorum ama şimdilerde nerelerde evin takibimde değil. Yine de sanki sana yürüyormuş gibi yürüyorum o yolu. Sanki ortada bir yerde sen bekliyormuşsun gibi.
Martılara ve karabataklara senden bahsediyorum. Şimdi benden önce varmak için orta noktaya, hızlı hızlı yürüyordur diyorum. Oysa bunun doğru olmadığını o kadar iyi biliyorum ki… Sen yoksun. O uçağa binip gittiğin günden beri haber yok senden.
Hangi ülke, hangi şehir, hangi üniversite? Cevabını bilmediğim sorular bunlar. Okuduğumuz roman kahramanlarının yaşadığı uzaklık, özlem ve aşk dolu ilişkilere özenirken; sonumuzun böyle olacağı öyle açıktı ki.
Çok yüzeysel buluyorum kendimi. Şimdi sen olsan; “neden?” diye sorardın. Sen olmadığına göre ben söyleyeyim; geçmişi bırakamadığım için yüzeyselim. Geçmişi kendimden bir parça yapmak yerine sürekli geçmişi yaşadığım için. Kendi kendime sürdürdüğüm duygusal manipülasyon oyununun en çok kazanan ve alkışlanan oyuncusu olduğum için.
Her insan kendine bakınca, başkalarının gördüğünden başka bir kendisi görürmüş ya kendinde, ben kendime bakınca; güçlü ve sağlam bir insan gördüm hep. Ta ki sen gidene kadar... Sonra bir baktım, ne güçten ne sağlamlıktan eser var. Bir yolcunun peşinde, bir yol düşüyle avunan var. Sanki yürüdükçe aşacakmış gibi o engelleri, gereksiz bir yol yorgunluğunun izlerini taşıyan ben varım…
Bilmiyorum daha kaç sene, kaç bahar, kaç karabatak ömrü görür bu yollar. Hep aynı gidiş gelişle geçer belki ömür. Hep aynı yola bakıyorum ve sanıyorum ki; yollarda bulurum seni…
TÜRKMEN İŞCAN
YAZARA E-POSTA GÖNDER