GÜNLERDİR...
Günlerdir, gecelerdir yazıyorum, kenarlarda adresleri...
Bazı cümleler siliniyor hayatımdan... Sildiklerime selamlar.
Şimdi yine yazıyorum, bu seferki ilk yazım gibi ama son söyleyeceklerim gibi hiç değil biliyorum.
Sevgililer görüyorum, hepsi dostum, sımsıkı sarılıyoruz, öpüyoruz birbirimizi, sıcacığız uzun zamandır. Hep bir aradayız.
Bir yandan da bana açtıkları kırık dökük kalplerinden, mahzun dudaklarına akan hikayelerini dinliyorum. İçime akıtıyorum gözyaşlarımı, görmesinler ki daha da güç vereyim onlara diye.
Yine gecelerden bir gece an kadar yakında; yürek yüreğe oturmuşuz bağdaş kurup, Aziz Nesin satırları geçiyor aklımdan, elimde buz gibi rakı kadeh kaldırıp, seromoniye çevirip, başlıyorum hayat kadar gerçek dizelere;
“Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya... En az erkekler kadar yani! Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.”
Gülüyoruz … Devam ediyorum,
Son satırlarında da ise şöyle diyor Nesin;
“Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur. Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır. Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü! “
Şimdi düşünüyoruz… Doğruluğunu sorgulamak geçmiyor kimsenin aklından.
İçimden kendimce yazar gibi bir kez daha tekrarlıyorum satırları, yüreğimde kaldığı kadarıyla bu sefer;”
Doğrunun sadece kendi olduğunu anlayan olgunlaşmış kadın, yine kendine sarılıyor. Kabullenmiş ama ağlayan kadın… Aşkdan çokdan vazgeçmiş yüreğiyle ağlayan kadın…”
Kimse ağlamıyor artık. Az önce gözyaşları sel olan eski dost ışıl ışıl bakıyor. Sel olup akan yaşları acısını yıkamış, silmiş götürmüş al yanaklarından. Yüreği pırıl pırıl görüyorum, sanki onun içindeyim, yüreğim onun gibi atıyor, gözlerim onun gibi bakıyor hayata. Ben o olmuşum artık, saydamlaşmış her şey, hayat deniz gibi süt liman. Onun sesinden kendi cümlelerim akıyor dost meclisine, bir tek Şems eksik oda yüreğimizde…
Dost gözüyle baktığım hayata, onun yüreğiyle çarpan kalp ile onun sesinden benim cümlerimle satırlar akıyor, akıyor, akıyor…
O kadar yaş gelmesine inanma, o hep öyle değilmiydi yıllarca…
Onu ağlatan kadınlara ağlar hala, üstüne sakın ola alınma,
Artık aklın da onda kalmasın bir şey olur diye,
Bir şey bile olmayan nedenle, şuan yanında olanlar için yok etmedi mi seni on saniyede?
Sen onu yıllarca yelkin ederken o senin 2 günlük can sıkıntını çekemedi ya
Sende sal ver kayığını koy gitsin enginlere.
Bana ihtiyacı mı kalmadı diye sorma sakın, zaten hiç olmadı, üzülme.
Koynunda uyurken acılar içinde, senin uykusuz kalmana değdimi hiç gecelerce,
Sakın böyle de düşünme
Şimdi kızın ona çok geliyorsa, babalığa da layık değilmiş doğmasını arzuladığın bebene.”
Çıkıyorum içinden dostun ve dost meclisinin.
Kanatlarım var, uçmaya başlıyorum aralarından,
Şimdi ben olarak bakıyorum gökyüzüne.Işıl ışıl parlayan kuzey yıldızı karşımda.Yüreğim çarpıyor deli gibi.A klıma çok değil birkaç gün yada birkaç hafta öncesi geliyor. Aynı heyecan var tüm bedenimde,bir yangın sarıyor, her yar alaz.
Aynı anda, aynı İstanbul’da başka topraklarda, aynı yıldıza bakıp ağlamalarımız geliyor hatırama.
Yine yıldız kayıyor kader bu ya… Elimi kaldırıp yakalıyorum yıldızı koynuma sokuyorum. Kollarımla sarıyorum, sarmalıyorum sımsıkı. Bulutlar arasına alıyor, dans ediyoruz, sonra bir öpücük konuyor alnıma.
Dostlar hep bir ağızdan sesleniyor;
Hoş geldin aramıza…
Sevinç Çakmaz
sevinc@cosmoturk.com
SEVİNÇ ÇAKMAZ
YAZARA E-POSTA GÖNDER