Bu soruyu son zamanlarda kendimize çok soruyoruz değil mi? Son haftalarda yaşanan olayları baz aldığımızda gerçekten de toplumsal bir travma yaşadığımızı ve içimizde biriktirdiğimiz olumsuz duyguların öfke patlaması şeklinde dışa vurduğunu gözlemleyebiliyoruz. Peki nasıl bu hale geldik…
Özgecan Aslan arkadaşımızın vicdanları sızlatan üzücü hadisesi bir anda görmezden geldiğimiz ama belleğimizde birikenleri canlandırdı. İnsanlarımız nasıl bu kadar vahşileşebiliyor. Hele ki bizim gibi Anadolu kültürüne sahip insanlarımız için düşünürsek bu süreç nasıl başladı.
Hayatımızda illa ki öldürmek istediğimiz ya da yaşamasını istemediğimiz insanlar olmuştur fakat düşüncelerde kalmıştır. Çünkü alınan eğitimler ve toplumun sosyolojik kuraları ya da örf ve adetleri buna izin vermez. Peki insanlar bir anda mı tecavüzcü oluyor ya da vicdanların kabul edemeyeceği derecede hayvandan da aşağı bir yaratığa dönüşüyor? Kültürler arasında kaynaşma olmazsa ve banliyö şeklinde şehir merkezi dışında gelişmemiş yerleşim yerleri oluşturulursa aslında bu gelişmeler kaçınılmaz oluyor. Bu da ülke olarak metropol olarak adlandırılan şehirlerimizin acı gerçeği.
Kadınlarımızın birer birey olduğunu ve onların da kendi yaşamları olduğunu kabul etmemiz ve bunu uygulamada da göstermemiz gerekiyor. Namus denen kavram sadece kadına özgü değildir. Kadının giyimi, hayat tarzı ya da yaşantısı kimseye tecavüz ya da taciz için gerekçe olamaz. Namus ya da edep denen kavram sadece kadınlara özgü bir şey olsaydı Hz. Yusuf’un sakındığı neydi diye kendimize sormamız gerekir? İslam üzerinden adını yermeye ya da geri plana atmaya çalışanlara en güzel cevap İslam dininin kadını el üstünde tutan öğretileri olacaktır.
Günümüzde kadının görsel bir meta olarak kullanılması aslında kadının pazarlanan ve sunumu yapılan bir eşya aracına getirdi. El üstünde olan kadın bir anda ne olduysa göz önünde ve hatta göze sokulan bir görsel metaya dönüştü. Bazı firmaların kadının cinsel dürtüleri üzerinden çikolata reklamları hazırlaması ya da fast food sektörlerinde firmaların but ve göğüs üzerinden bilinçaltı uygulamalarına gitmesi belki içimizde bir canavar oluşturuyordur, bilemeyiz. Her ne kadar dizilere ya da bir takım yapımlara eleştiri getirsek de aile içi eğitimi veremezsek, toplumsal travmalar devam edecektir. İçimizde biriktirdiğimiz öfkeler günü gelip patlayacak ve belki de bizleri canavara dönüştürecektir. Cinnet hali de böyle ortaya çıkıyor.
Sağlık Bakanlığı’nca yapılan araştırmalarda son yılda psikolojik rahatsızlıklar sebebi ile sağlık kurumlarına yapılan başvurularda %400’ lerin üzerinde bir artış var. Bu rakam bile bazı konuları açıklamaya yeterli aslında. Aile muhabbetlerimizi dost buluşmalarımızı iş yaşantımızın trafiğine kurban ediyoruz. Yalnızlıkla başlayan süreç psikolojik rahatsızlıklara ve travmalara yol açıyor aslında. Kar topu bakkalının camını kırdı gerekçesi ile bir insanın öldürüldüğü ülkede toplumsal bir travma yok diyemeyiz. Özgecan’ın üzücü ölümü üzerine tüm toplum neredeyse gerek sosyal medyadan gerekse protestoları ile tepkisini gösterdi. Buradan anlaşılması gereken önemli hadise ise artık toplumun taşma noktasına geldiği. Toplum artık yeter diyor.
Özetlemek gerekirse dini, ırkı, mezhebi ve siyasi görüşü nedeniyle kimsenin öldürülmediği, cinsiyet ayrımının olmadığı, kadın cinayetleri duymadığımız, kartopu oynarken başımıza bir şeylerin gelmeyeceği, üniversitelerinde bilimin konuşulduğu, görüş ayrılıklarının kavgalara dönüşmediği, bir ülke özlemiyle...
İbrahim İbicek
Instagram: İbrahim İbicek
Twitter: /ibrahimibicek
İBRAHİM İBİCEK
YAZARA E-POSTA GÖNDER