Evlilik
Sevginin sözünü edenlerle, sevgiyi gerçekten yaşayanlara,
Bakımlı,güzel,tertemiz olan, kokular sürmüş insanları elbette ki beğenir, severiz, tercih ederiz. Çünkü güzelliği, diriliği ve albenisi vardır.
Hatta aşık olup onlarla evlenmek, hayatımızı birleştirmek, bir ömür yaşamak, çoluk çocuk sahibi olmak hayalimizdir.
Aynen ilkbaharda filizlenen çiçekleri görüp beğendiğimiz, koklamak, alıp evimize götürüp, güzellik ferahlık versin diye vazomuzda değerlendirmek istediğimiz gibi.
Ancak, ilkbaharın getirdiği o güzelliklerin, bir de sonbaharı ve kışı olduğunu hiç aklımıza getirmeyiz.
İnsan ömrünün de ilkbaharı, yazı, sonbaharı ve kışı vardır.
Bizler maalesef görünüşe aşık olur, isteriz de isteriz. Büyüleniriz.
Uygunluğu, kaynaşmayı, bir ve birlik olmayı, her haliyle sevip benimsemeyi, aklımıza ilk etapta getirmeyiz.
Belki de getiremeyiz.
Acaba, ön plana geçen dürtülerimizden mi?.
Hani derler ya “ilk tanıştığımız zaman böyle değildin, sonraları çok değiştin” diye. Aynen öyle.
Tabiatın yeşerip, canlandığı mevsimler olduğu gibi, yapraklarını döküp çıplak kaldığı, solduğu, dallarının kuruduğu bir vakıadır.
İnsanlar da öyledir.
İnsanların da iyi günü, kötü günü, sağlıklı veya hasta olduğu, saçlarının döküldüğü, yüzünün buruştuğu, kaşlarına-kirpiklerine aklar düştüğü, dişlerinin çürüdüğü, takma dişler kullandığı, burnunun aktığı, kulağının kirlendiği, yemek yerken ağzını şapırdattığı,dişlerinin birbirine çarpıp acaip sesler çıkardığı, cildinin bozulduğu, ellerinin buruştuğu, damarlarının belirgin hale geldiği, yaşlılık lekelerinin oluştuğu, elinde olmadan gaz kaçırdığı, yemek yerken üstüne döktüğü, hatta salyasının ağzının kenarından aktığı, bütün gün pijamalarını çıkartmadığı, yataktan çıkmadığı, saçının darmadağın olduğu,göz pınarlarında çapakların oluştuğu, zaman zaman ter koktuğu, yaşamın gereğidir.
İnsanın bir hali, bir halini tutmayabilir.
DOĞMAK, YAŞAMAK VE ÖLMEK ÜÇLÜSÜNÜN BASAMAKLARI.
Bütün bunların canlılar için, insanlar için olduğunu hiç akıldan çıkarmamak lazımdır.
Ne olursa olsun, ilişkilerde, birbirine duyulan DUYGULARIN DEĞİŞMEMESİ”, “DOĞRU BİRLİKTELİĞİN” sinyalidir.
Şartlar değişse bile karşındakini yadırgamamak esastır.
Şayet seneler sonra bile banyoda saç görüp onu temizlemekten gocunmuyorsak, hatta senelerin nasıl da çabuk geçtiğini düşünüp, daha çok kıymet bilinmesi gerektiğini aklımızdan geçiriyorsak, insanın dört mevsimlik yaşamını da seviyoruz demektir.
Beraber olmaktan zevk almak, seneler geçtikçe daha da çok keyif veriyorsa, doğru kişiyle birlikteyiz demektir.
Evlilik demek karşındakini olduğu gibi kabul etmek, karşılıklı üzmemek-üzülmemek, yadırgamamak-yadırganmamaktır.
Ne yaparım da karşımdakini sevindiririm, gününün daha iyi geçmesine nasıl katkıda bulunurum, diye, caba harcamak gerekir. Yoksa, gün geçtikçe seneler cehenneme dönüşür ve birbirine tahammül edemeyen insanlar kavgaya başlar ve yenilikler isteyip, özleyip, başka arayışlara girer, yanındakini tenkit eder, suçlarlar.
Bizden olanla, bizden olmayanın farkını, yar’la el’in mukayesesini yapmanın faydaları göz önünde bulundurulmalıdır.
Sevgiyi söyleyenle, sevgiyi yaşayanın arasındaki fark idrak edilmelidir.
Konuşuyorsan, paylaşıyorsan, onunla olmak sana güven ve huzur veriyorsa, sadece koklaşıp, öpüşmek değilse maksat, dost, sırdaş, arkadaşsın demektir.
Hayat, birlikte yaşamak birlikte yaşlanmaktır.
İşte makbul olan da budur.
Bir gün ermişlerden birine sormuşlar:
''Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında bir fark varmıdır?''
"Bakın göstereyim'' demiş, ermiş.
Bir sofra hazırlamış. Bu sofraya “ sevgiyi dilinden düşürmeyen ama, dilden gönüle indirmeyen” kişileri çağırmışlar. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Derken, sıcak çorbalar ve arkasından da “derviş kaşığı” denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş. Ermiş: “Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir şart koşmuş.
“Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.”
“Peki” demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse, çorbayı döküp saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyor, çorbadan vazgeçmişler. Öylece, aç aç kalkmışlar sofradan. Onlar sofradan kalktıktan sonra, ermiş:
“Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım sofraya” demiş.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar oturmuş sofraya.
Ermiş: “Buyurun bakalım” deyince de, her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak, şükür içinde sofradan kalkmışlar.
“İşte” demiş ermiş.
“Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır”.
Ve “kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz”.
Şunu da unutmayın ki, hayat pazarında alan değil, her zaman veren kazançlıdır.
Hikmet Suner
hikmetsuner@yahoo.com
HİKMET SUNER
YAZARA E-POSTA GÖNDER